Hazar’da, hazanda durmaz mıyım?

Hafta sonumuz Elazığ’da geçti.

Yeni Asya Vakfı’nın dâveti üzerine gençlerle ‘Pozitif Gençlik’ seminerinde buluştuk. Aynı zamanda Elazığ Nur Talebeleriyle de Risale-i Nur dersinde ‘şevk konusu çerçevesinde’ kucaklaştık. Doğrusu iman kardeşliğin nasıl bir şey olduğunu insan ancak böyle mekânlardaki sıcak kucaklaşmalarda yaşayabiliyor.

Kendi şehrinizden ayrılıp, başka bir şehre doğru yol alırken, orada birilerinin sizi bekliyor olduğunu bilmek o kadar anlamlı ve güzel ki, bu manevî lezzetin tarifi zor. Olsa olsa, lezzet-i mukaddeseden bir lem’adır diyebiliriz.

Şehir merkezinde yetmiş yaşlarında Zekeriya Ağabeyimiz, bizi bekliyor. Bu fedakârlık duygusu nasıl bir şey? Bu iman ve Kur’ân hizmeti nasıl bir dâvâdır? İnsan böyle soruların cevaplarını büyüklerin davranışlarında bulabiliyor. Onlar lillah için beklerler, lillah için söylerler, lillah için sizi karşılarlar ve lillah için yaşarlar.

İnsana tesir eden şey de budur.

Bu, tam da bir eğitimdir.
***
Her an değişip, her dem tazelenen bir âlemde insanın durağan kalması, İlâhî kanuna (teceddüd) muhalefet etmesi anlamına geliyor. Her şey, her an değişirken; bu değişiklikler zaman zaman mevsime dönüşürken ve dikkat çeker hale gelirken insanın bu değişime bîgane kalması düşünülemez.  Öyle olursa, insanın kendi hayat ritmi, kâinatın ritmine ayak uyduramamış olacak ve maddî-manevî sıkıntılar başlayacaktır.

İnsan, yaşadığı mekânı zaman zaman terk etmeli. Bu insanı tefekkür zenginliğine sevk ediyor. Ve durağanlığı kırıyor. ‘Tebdil-i mekânda hayır vardır.’, ‘Seyahat edin, sıhhat bulun.’ hakikatleri bizi, arada bir mekân değişikliklerine dâvet ediyor. Dâvet ediyor diyorum, çünkü bu hakikaten de bir tefekkür dâveti.

Eşimle birlikte, özel aracımızla, Kasım ayında Elazığ yollarındayız. Bu yollarda, bu aylarda ‘Hangi mevsimdeyiz?’ sorusu fazlalık olur. Başınızı çevirdiğiniz her yer size mevsimin ‘Sonbahar’ olduğunu haykırıyor. Sarı rengin bu kadar canlı, bu kadar hayat dolu ve bu kadar esmaya mazhar olduğunu ben ilk kez bu mekânda hissettim. Sarının hayat kaynağı olan bir renk olduğunu burada anlıyorum. Sarı renk içine çekiyor sizi. Öyle cazibeli ki, bu dâvete, bu okuma programına (kitab-ı kâinat) bigane kalamıyorsunuz.

Hazar Gölü kenarından geçerken, durup, şöyle bir tefekkür etmemek mümkün mü? Bu mevsimde, buralarda ne tarafa dönseniz ayrı bir resital ile karşılaşıyorsunuz. Bu tam da bir resmi geçit merasimi gibi. Her varlık kendi gösterisinin dersinde. Tat da tam da burada zaten. Bu renk cümbüşü karşısında insanın heyecana kapılmaması mümkün değil. İçinizin kıpır kıpır ettiğini hissediyorsunuz. Sarının her tonunu, bizzat tabiattaki varlığın üzerinde bir elbiseye bürünmüş ve giydirilmiş olarak görüyorsunuz. Ve bir kez daha seviyorsunuz sonbaharı.

Sonbaharda, tabiata, bu renk elbise ne de güzel yakışıyor. Mevsime uygun tercih edilen renkleri insanlar tabiattan öğrenmiş olmalı. Âleme, kitab-ı kebir-i kâinat tabiri onun için kullanılıyor olsa gerek. Bu mevsimde tabiat çok okunaklı. Nasıl ilkbaharda her bir varlık size bir anda yeni yeni tecelliler sunuyorsa, bu canlı tefekkür olduğu gibi sonbaharda da var. Evet, mevsim be mevsim varlık âleminde sizi içine çeken bir şeyler var. Tabiata dokunan tecellinin kendinizde de varolduğunu keşfediyorsunuz. Bu sefer daha bir yakın hissediyorsunuz kendinizi tabiattaki Sanatkâr’a. Varlık âlemi sizi Var eden’e yakınlaştırıyor.

‘Ânenfeânen’ tazelenen bir tefekkür hazinesinin içinde, insan kendini ciddî bir terapide buluyor ve rahatlıyor.

HAZAR’DA, SONBAHAR OKUMA PROGRAMLARI YAPALIM MI?

Yaz mevsimi, kış mevsimi, bahar mevsimi pek çok programlar için uygun zaman dilimi iken; sonbaharın neden tercih edilmediğini ben henüz zihnimde cevaplamış değilim. Yani bu kadar okunaklı bir mevsim varken, ‘tefekkür avcıları’ daha ne bekliyor bilmiyorum!

Tabiattaki sarı rengin her tonunu bulabileceğimiz zaman dilimi henüz geçmeden, sarı yapraklar sahneden çekilmeden, gelin bir okuma programı yapalım ve bu gösteriyi kaçırmayalım.

Bu niyetle atılan bir adımdan bırakın pişmanlığı, lezzetlere gark olacağınızı tecrübelerimle paylaşabilirim. Neticede, ‘Her bir faaliyette kat’iyen lezzet vardır, belki her bir faaliyet bir nevi lezzettir.’ (18. Mektub, 3. Mesele) ‘Size meşakkatte büyük rahat var.’ (Münâzarât, s. 87.)

‘Okuma programı için bizim dubleksi kullanın.’ diyenler varken, bu dâvetlere icabet etmemek bir nasipsizlik olmaz mı? Daha Elazığ’a ulaşmadan tefekkür dâvetlerine icabetin yollarda başladığını müşahede etmek ayrı bir mutluluk hali oldu bizim için. Anladık ki, hizmet yollarında, güzel niyetle, her şey güzel oluyor. Zahmetteki rahmet, apaçık kendini gösteriyor. Kim bilir bizim görmediğimiz, bilmediğimiz gayb âlemlerinde Rabbimiz bizim için nice hayırlar, hasenatlar ve belâlardan def’ler tecelli ettiriyordur. Hizmette olmak, bir koruma programında olmak gibi bir şey.

Elazığ’da kullandığımız bir Risale-i Nur cümlesini burada da kullanmak tam da yerinde olacak sanırım: “Hıfz-ı Kur’ânî her müşkilata galip, lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur.” (Barla Lâhikası, s. 144.)

Risale-i Nur ikliminden izliyorsak hayatı, elbette ‘O’nun yarattığı her şey en güzeldir.’ hüsn-ü zannı üzerimizde galip gelecektir. Sonbaharda, Hazar’dan geçiyorsanız; geçemiyorsunuz demektir. Orası sizi içine alır ve albümlerde görürsünüz kahramanınızı. Evet, Hazar’dan geçiyorduk; hazanda durduk ve başladık henüz daha bitmemiş olan filmi izlemeye.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*