Hazin bir değişim hikâyesi…

Image

Hazin hikâyemize nereden başlayacağımızı, biz de bilemiyoruz. Bir çoğunuzun eteğinden-ucundan da olsa bildiği şu kıssalardan oluşan hikâyeye başlayacağımız noktayı eksik görüp, geriye gitmek isteyenlerden şimdiden özür diliyoruz.

Ne olup bittiğini bilmeden, Türkiye’nin hüznünü henüz göstermeyen sabahında uyandığımızda, o “gelenekçi-yenilikçi” kavgasının sesleri mahalleyi sarmıştı. Aynı mahalleli oldukları halde, bir kısım yaşları daha genç olanlar törelerine ve yaşlılarına isyan etmişlerdi. Kendilerine yenilikçi diyen; genç, üniversite mezunu veya akademisyen ve aynı zamanda Avrupa dili bilen ve teknolojiyi iyi kullanan bu yeni grup, kısa zamanda mahallenin sokak ve caddelerini tuttular. Yaptıkları ilk iş; güzel bir hamam safasından sonra berbere gitmek ve sonra da şehrin en lüks semtindeki bir mağazadan yeni urbalar ve gömlekler satın alarak, sitillerini tamamen değiştirmek oldu. Kısmen sakallar ve bıyıklar fora olurken, Avrupaî renk ve desenler bu “yenilikçiler de” hemencecik esas oldu.

“Değişim” kelimesi o günden sonra en şanslı ve talihli zamanlarına kavuştu. Kürsülerde, ekranlarda, meydan nutuklarından ve hatta bu tempoya uyan üniversitelerde ağızlara tad verdi. Birisine herhangi bir meselede kızgınlığı olanlar bile “değişime direniyor! Değişimi durduramayacaktır!” silâhına davranıyorlardı. Bu yenilikçilerin arkalarını çok kuvvetli, zengin ve ağzı lâf yapar yerlere dayadıklarını; giyimlerinden, sofra ve bineklerinden anlıyordunuz. Aristokrasinin lokantalarına oturur ve direkt Paris ile bağlantılı moda evlerinden giyiniyorlardı. Düne kadar halkın içinde koşan, taşralı kimlikleriyle tanınmış ekibin birden bire sınıf atlaması, gömlek değiştirmesi ve şehrin lüks semtlerine taşınmaları ile zamanlarda mahallede öfkeye sebep olsa da, “Yenilikçilerin” ulaştıkları yüksek mevkilerden faydalanma duygusu ağır bastı… Zamanla serzenişler yerlerini yârenliklere terk ettiler… Rüyâlarında göremedikleri lüks hayatlara kavuşan yenilikçi ve değişimci kadro, dönüşümü kolaylaştırmak üzere ta varoşlara kadar bahşiş, hediye veya rüşveti eksik etmemeye çalıştılar.

Yenilikçilerin başlattıkları değişim zamanla mahallerde de hissedilmeye başlandı. Önce kuaförler ve terziler yerlerini aldılar. Düne kadar ütüsüz pantolon, cübbe veya yakasız gömleklerle dolaşanların bazıları, lacivert takım elbiselerin içinde tanınmayacak kadar değiştiler… Mahallenin siyah çarşaflı hanımları da “değişim” dediler. Önce çarşafı indirdiler ve kısa bir süre sonra da pardüsüyü… Reis ve muhtar çıkaran mahalleli, efendilerin eşlerine bakarak eşlerini giydirdiler. Aristokrasiye biraz daha yanaşabilme uğruna kadınlara da “takım elbise” siparişi verildi… Başörtüleri ise küçüldükçe küçüldü… Bazılarında ise Paris türbanı sınırına çekildi, tesettür… Aristokrasinin sofralarına babalarıyla oturan küçük kızlar, dışlanmamak için başörtüsünü ileri bir zaman tehir ettiler. Tıpkı bedevîlerde çobanlık yapan kızların örtünmeyi evlilik sonrasına bıraktıkları gibi…

Evlerdeki değişim de heyecan vericiydi… Yalnız yeni evlere taşınılmıyordu. Evin iç dizaynı da “dönüşüme” uygun hale getirilmişti. Mahallede iken evine müstehcen neşriyat girmesin diye bakkaldan gazeteden kese kâğıdı almayan babalar, incecik geniş ekranları misafir odasının başköşesine yerleştirdiler. Çocukların odalarında yine ekranlar ve internet bağlantılarıyla, şehrin en zengin ailesini arattırmayacak dekora özen gösterdiler…

Mahallede değişim rüzgârını başlatanlar, meselenin yalnızca şekli ve fizikî değişimle hallolmayacağını hemencecik kavramışlardı. Mahalle hayatının bir bütün olarak değişmesi gerekiyordu. Meselâ aile ferdlerinin evdeki duruşları tebessüm, yürüme, konuşma, kominikasyon tekniğini kullanma masaya oturma ve muhatabının gözlerinin içine bakma tarzına kadar değişim kaçınılmazdı. Şarkın; mahcub, mütevazi, süklüm büklüm ve utangaç tipleri İkinci Avrupa Standarlarına uymuyordu. Avrupa ekranlarına, oradaki programların ve bilhassa filmlere bakıp, Hollywood aktristlerinden bile ders alınmalıydı. Bu köklü ve büyük değişim devrimini hisseden Amerikalı psikolog ve pedagoglar bunu fırsat bildiler. NLP teknikleri adı altında Avrupaî hayat tarzını müşahhas paketler halinde bizim mahalleye servis yapmaya başladılar. Azıcık güzel de oldu… Bizde bu sayede çok kişi kısacık sürede iş sahibi olup zengin oldular. Kariyer sahibi oldular. Şarkı garba monte projesi bir süre sonra sektör haline geldi. Mahallenin hocası, öğretmeni, muhtarı ve azası hep birlikte kişisel gelişim kurslarına iştirak ederek icazetnameler aldılar. Aristokrasiye yıllardır özenmiş taşralıya yükselme fırsatı veren o değişim hareketinin, dönüşüm ile sonuçlanması için, yenilikçilerin İkinci Avrupa ile dizdize omuz omuza çalışmaları tedirgin ediyorsa da, netice itibariyle bunlar mahallerimizin çocuklarıydı. Yani bizim çocuklar bize ihanet edecek değillerdi.

Mahallerimizin gençleri bu “değişim” hareketine katılmadan önce çok tutucuydular. Bir yabancı gencin mahallenin kıyıcığından geçmesi, onların delikanlılığına yetiyordu. İffet, sadakat, hüsn-ü sîret, temizlik ve itaat gençlerimizin kadınlar için belirledikleri bir kimlikti. Fakat geçen zamanlarda, sözkonusu yerlerde de değişim yaşandı. İnce bir feminizmin hastalığı mahalleli kadınların seslerini habire yükseltti. Hanelerden artık erkek seslerine bedel kadın sesleri sokağa taşıyordu. Duyulan habere göre muhtarımızın muhterem eşleri, bu kadın hürriyetlerini İslâm ülkelerine de kabul ettirmeyi Avrupa meclislerinde üzerine vazife almış, bu şevk ile Arap çöllerine düşmüş, hanım efendi.

Mahallemizdeki değişim ve dönüşümün hazin hikâyesini bir yazıda bitirmemiz mümkün olmayacak. Mahalle müezzinlerinin bütün camilere bir yerden ezan okumaları, çocukların ve kadınların gezindikleri sahilin çıplaklar plajına dönüştürülmesi, ortadereceli okullardaki kızlarımıza mini etek mecburiyetinin getirilmesi ve her mahallenin (dindarlar dahil) cebine bir adet banka kredi kartının konulması gibi yüzlerce değişimi şu daracık çerçevede nasıl hikâye edebiliriz ki…

Bir gün yolunuz bizim mahalleye düşerse; önceki zamanların kapı önlerindeki akyaşmaklı annelerini göremedik diye üzülmeyiniz. Onlar o sırada mutlaka fitnescentrum’da fazla kilolarını atmakla meşgullerdir. Sokak aralarında topun ardı sıra koşuşturan yumurcakları merak etmeyiniz. Anneleri çalışan henüz okulda ve yuvada, diğerleri de odalarındaki ekranların başındadırlar. “Uzaktan dönüşüm” projesi çerçevesinde kimyasal değişimlerini yaşıyorlar. Meselenin en hazin tarafı da mahalleden çıkma muhtarımız ve reisimizin bu manzaradan çok mutlu olmaları bütün bu değişim manzaralarını gördüklerinde coşuyorlar ve işte modern Türkiye diyorlar… Avrupa’nın izindeki güçlü Türkiye!

 

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*