Herşeyin başı iman

Allah, insanı çok mükemmel şekilde yaratmıştır.

Bin bir isminin tecellileri ile gergef gibi işlemiştir. İnsan merkezi teşkil eden bir nakış gibidir. Diğer süslemelerin hepsi onun etrafında dolaşmakta, onun tamamlayıcısı olmaktadır. Asıl hedef o merkezn merkezinde de iman vardır.

İlk yaratılacağı zaman, bütün mahlûkatın ona secde etmesi istenmiştir. Her şeyin merkezinde olduğu böylece ifade edilmiştir. Her şey onun emrine verilmiş, bütün kâinatın işleyişine etki edecek şekilde düzenlenmiştir. Onun imanından bütün kâinat etkilendiği gibi inkârından da etkilenmektedir. O merkez nakıştır. Onun dışındaki bütün çevre onun vaziyetine göre şekillenmektedir. İman ile yüzü güldüğü zaman bütün kâinat gülmekte, inkâr ile yüzü karardığı zaman bütün kâinat bundan olumsuz şekilde etkilenmektedir.

İnsan, iman ve şuur vasıtası ile bütün kâinatla ünsiyet meydana getirmiş, bütün kâinata bir koro şefi gibi imanın emniyetini terennüm etmiştir. Arkasında bütün bir kâinat vardır. İmanın emniyeti onu, Nuh’un (as) gemisi gibi mükemmel bir sığınak, bir koruyucu yapmıştır. O limandan daha büyük bir sığınak yoktur. Dünyanın hadiseleri, hatta dünya ötesi hadiseler bile bu limana sığınmakla halledilmekte, çaresiz görünen dertler için çözüm bulunmakta, iyi olmaz denilen yaralar onunla tedavi edilmektedir.

İnsanın önündeki yol uzun, gücü ve kuvveti ise pek azdır. Bazen elindekini ağzına götürmeye gücü yetmemektedir. Bu kadar uzun yolculuk, bu kadar acz ve çaresizlikle nasıl gidilecektir? Arzu edilen menzile nasıl ulaşılacaktır? Güzergâhındaki karanlık bölgeler nasıl aydınlanacaktır? Yapayalnız o yollar nasıl aşılacaktır?

Bu çözümsüz gibi görünen dertlerin çözümü, iman ile sonsuz bir güç kaynağına bağlanmak, kafa fenerini bırakıp muhteşem saltanatın ışık kaynağından bir parıltı temin edecek bir bağlantı meydana getirmektir. Böyle bir bağlantı bütün karanlıkları aydınlatacak, bütün çaresizlikleri ortadan kaldıracak, kendi güç ve kuvvetinden binler defa daha büyük bir güce dayanmış olacaktır. İmanın kemâli ile aşılmayacak bir dert kalmayacak, çözülmez gibi görünen dertlerin iksir gibi ilâcı iman olacaktır. İman cevheri o kadar büyüktür ki onun içine girdiği gönül, imanın derecesine göre aydınlanacak, bütün kâinat onunla arkadaş ve kardeş olacak, her zerreden muhteşem kudrete uzanan deliller ortaya çıkacaktır. Göze nur, gönüle sürur verecektir. Dünya yetimlikten kurtulup neşe ve sevince kavuşacaktır.

Sanat, sanatkârı ile buluşacak, yetimliğin verdiği hüzünden kurtulup herkesle dostluk ve ünsiyet peyda edecektir. İman insanı insan edecek, hatta kâinata sultan edecektir. İnsan, âlemlerin üstüne çıkacak, bütün kâinata bir müfettiş, bir seyirci hükmüne gelecektir. Her şeyden sanatkârına uzanan bağları görecek, nasıl bir kudretle idare edildiğini, nasıl bir merhametle beslendiğini, nasıl bir şefkatle korunduğunu ve himaye edildiğini bilecek, görecektir. Yağmura bakıp rahmeti görecek, çiçeğe bakıp rahmet gözyaşının ortaya çıkardığı gülen yüzü görecektir. Her şeyin bir zamana takıldığını, ancak hiçbir şeyin ihmal edilmediğini, zamanı geldiğinde ihtimallerin en güzelinin seçilip muhteşem bir sanat eseri olarak ortaya çıkarıldığını görecektir. İman böyle bir muhteşem iksirdir. Kömürü elmasa çeviren harika bir sırdır.

Küfür ve inkâr ise elması kömüre çeviren bir sırdır. Ona göre bütün kâinat yetim, bütün âlem ölü, hayat anlamsız, hiçbir şeyin hiçbir anlamı yoktur. Çözüm imanda ve iman hakikatlerini anlayıp yaşamaktan geçmektedir. “İnsan, nur-u imân ile âlâ-yı illiyyîne çıkar; Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer; Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü, imân insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor. İmân bir intisabdır.” (Sözler, s. 281)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*