Hey Van!

Bu mübarek şehre yine bir mevlid vesilesi ile 1978 yılında, şimdi bir kısmı âlem-i ahirete intikal eden ağabey ve kardeşlere gitmiştik.

Akaryakıt kıtlığı had safhada idi.

Bereket versin Çorum yazı işlerinde müdür olan Hüseyin Özdemir ağabeyin sayesinde akaryakıt yüzünden yollarda kalmıyorduk.

Almanya cemaatinden olan Selahattin Cesar ağabeyin Alman plakalı münibüsü ile yola devam ederken, arka koltukları söküp tam bir seyyar medrese usulü ile yollarda idik.

Elazığ girişinde trafik polisleri bizi durdurdular.
Polis arka cama bakınca şaşırdı.
Komiseri çağırdı.
Pencereden bakan komiser:
“Bırak bunları, Yunus gibi yola çıkmışlar, gidiyorlar” demişti.
Uzun bir yolculuk maratonundan sonra Van ilimize varmıştık.
Van’ı okuduklarımız ile biliyorduk.
Anarşinin kol gezdiği zamanlardı.
Hiçbir şey umurumuzda değildi.
Cemaatte tam bir birliktelik hâkimdi.
Fitne fesadın uykuya daldığı zamanlardı.
Şark ve garbın kahramanları ile kol kola, omuz omuza idik.
Van, Üstadımızın en fazla ikamet ettiği bir ilimizdir.
Ana ocağından çocuk yaşlarda ayrılan Üstadımız bir daha köyüne dönme imkânı dahi bulamamıştı.
O, kudsî bir yolun yolcusu idi.

Kendi dertlerine ve ihtiyaçlarına bakmadan, âlem-i İslâm ve insaniyetin dünyevî ve uhrevî saadeti için Kur’ân’dan aldığı ilaçlar ile çareler getirmeye çalışıyordu.

Horhor medresesi,
Erek harabeleri,
Tahir Paşa’nın konağı,
Nurşin Camii,
Çoravanis vadisi…
Uzun yılların semeresi olan Van hatıraları…
Bu hatıraların getirdiği kahraman Nur şakirtlerinin unutulmaz fedakârları…
Bir görenin bir daha unutamayacağı mümtaz bir Üstad…
İşte bu maksat ve gaye için yıllarca mevlidler yapıldı.
İnşaallah kıyamete kadar deveam edecek mevlidler…
Van Kalesi…
Yekpare taş gibi ovanın içinde azameti ile duran bir kale.
Zamanın sesi ve sözüne mekân olmuştu.
Eski Van hemen bu kalenin ön kısmındadır.
İki katlı mağarası vardır.
Bir gün üst kattaki merdivenden ayağı kayar Üstadın.
İki minare yüksekliğinde ki bu mekândan düşüldüğü zaman insan hayatından ümit beklemek hayaldir.

Ayağı kayınca ilk sözü şu olur:
“DÂVÂM…”
İşte bir dâvâsı vardı.
Hayatı bir çekirdek hükmüne geçmişti.
Sonra arkasında binlerce Genç Saidler yetişecekti.
Gaybî bir el onu mağaranın ikinci katına çeker.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin manevi inkişafına, İmam-ı Rabbani’nin müzahereti ile müsaade eden Gavs-ı A’zâm Abdulkadir-i Geylânî hazretleri, hayatı boyunca Üstadımızın manevi muhafızı olmuş, talebelerine de kıyamete kadar müzahir olacağını haber vermektedir.

Hatta Üstadımız daha çocuk yaşlarında Nurs’ta iken Üstada müzahir olduğunu, ”Ya Şeyh! Sana şu kadar fatiha, benim cevizlerimi buldur” dediği zaman cevizlerini dahi buldurduğunu ifade ediyor.

Bediüzzaman hazretlerinin medresesi kalenin hemen önündedir.
Ona talebe olmak öyle kolay değildir.
Müracaat edenlere:

“Bak kardeşim, benimle başladığın zaman benimle bitireceksin, bize kanaat edeceksin, bu gece kal ve düşün” dedikten sonra medresedeki hale bakar talebe, ona göre karar verirdi.

Tahir Paşa ile geçen zamanları…
İcâzet aldığı Doğu Beyazit İshak Paşa sarayının hemen yanında bulunan medresesinin harabeleri…
Bediüzzaman hazretlerinin hayatî planları Van’da şekillenmiştir.
İngiliz Sömürgeler Bakanı:

“Bu Kur’ân Müslümanların elinde kaldıkça, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız” diye dehşetli bir plan çeviriyor.

İşte bu haberi Tahir Paşa’ya gelen gazeteden okuyan Bediüzzaman hazretleri:

“Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim ve ispat edeceğim” diyerek hayatı boyunca bunun mücadelesini vermiştir.

Van tarihte bir çok sevinçli ve hüzünlü yıllara şahit olmuştur.
Bediüzzaman’ın “gaye-i hayalim” dediği Medresetüzzehra’nın temeli Van’da atılmıştır.
Ama Birinci Harb-i Umumî bunun tahakkukuna engel olmuştur.

Gönüllü alay komutanı olarak savaşan Bediüzzaman, yeğeni ve talebeleri bu savaşlarda şehit düşerek, kendisi de Ruslara esir olmuş, esaretten döndükten sonra da, Ankara’da kurulan yeni hükümete bu medresenin tahakkuku için teklifte bulunmuş, 163 milletvekilinin oyları ile bu teklif kabul edilmiş, fakat medreselerin kapanması ile bu hayırlı hizmet akim kalmıştır.

İşte, ahirzamanda gelecek dehşetli şahısların meydana çıkması ile, mevcut cazip teklifleri kabul etmeyen Bediüzzaman “O güne eriştiğinizde onlara siyasî cihette galebe edilmez, ancak Kur’ân nurları ile mukabele edilebilir” mealindeki hadise ittibâen, Van’a hareket eder.

Fakat bu Van, eski Van değildir.

Van tamamen harap edilmiş, yandırılmış, daha önce tanıdığı binlerce insan ya muhâceret veya vefat etmesi ile yok olmuşlardır.

Bediüzzaman Van Kalesi’nin üstünde bunları hayal ederek, ”Binlerce gözüm olsa ağlayacaktı” diyerek büyük bir hüzün içindedir.

Bediüzzaman malûm evhamlar yüzünden mecburî ikamete tabi tutulmasa yine Van’da kalacaktı.

Erek Dağı hatıraları, yaşanan hüzünlü ve kederli yıllar…
İşte Van bu yıllardan sonra Nurlara merkez olan illerimiz arasında yerini aldı.
Bediüzzaman bir daha bu ile dönemedi.
Seyahat hürriyeti dahi yoktu.

Ama gönüllerde öyle bir yer etti ki, bugün onun ve talebelerinin nurânî gayretleri olmasa idi belki de durum daha vahim bir hâle gelecekti.

İşte mevlid bu mânâları taşıyor, emeği geçenleri ve katılanları kutluyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*