Hiç bir şey göründüğü gibi değil

Millet olarak ne badireler atlattık; gâh selanikli sebatayistler, gâh troçki’li bolşevikler, gâh kemalistler, olmadı darbeler, Cuntalar, askeri vesayetler, ali-cengiz oyunlarıyla tam bir fitne Arenası oldu memleketimiz.
Siyaseti de çok severiz. Hükûmet işlerini çok iyi bildiğimiz gibi, Kabineyi bile biz kurarız. Muhaliflere sâlih bile olsa küfür, partidaşımızı elhannas da olsa göklere çıkartırız. Kimlerin münafık kimlerin kâfir olduğuna anında karar veririz.

Bediüzzaman Hazretleri hep ifsad komitelerinden bahseder, hükümeti ve adliyeyi iğfal edilmekten dem vurur perde arkası hep bu fitne fücur işlerden. Hatta o dönemin CHP’sini bile yüzde beşten mesul tutar.Yüzde 95’i ayrı tutar, ekalli kalilden(azınlıktan). Birlik ve beraberlik mesajları verir memleketin içinde bulunduğu durumlardan.

Avrupa zalimleri Asya münafıkları diye tasnif eder içerden dışardan vurmalara. Hiç bir zaman adres göstermez.

Böyle yaptığı gibi hizmette de İnsanları katagorize edip dışlamaz.O kadar ki “derste dost düşman tefrik edilmez” der.Hatta “Nur’ları ulaştırmaya Nur kendi derslerini dost ve düşmana aşikâren veriyor.”diyerek müşterisini en geniş daireden başlayarak bütün insanlığa hitap eder.

Yezid’e bile direk vurmaz, kim zulüm yapmışsa diye insanları indî İlahîden önce yargılamaz.

Peki ya biz?

Senin hacca gitmen lazım, senin zekat vermen, senin şunu, bunu yapman lâzım diyerek mahalle baskısı oluşturup hürriyeti, din’in en birinci maddesi hür iradeyi ihlâl ederek aklımızca tebliğ yaparız. Evet bunları bir müslümanın yapma(ma)sı lâzım, ancak birinci derecede kendi nefsim muhatapken; bu enaniyet asrında en evvel başkasına dayatmak yok mu, işte Dünya arenasında demokrasi ile din barışmaz algısına teşne ediyor bizi.

KALBİNİ YARIP BAKTIN MI?

Bir başka ve çok mühim olan bir ikâz var ki tam tersini yapmayı din zannediyoruz. O kâfir, bu münafık… Hafazanallah… Mâlum hadiseyi çoğumuz biliriz de tatbikat zamanında bilmezden geliriz.

Usame b.Zeyd anlatıyor:

“Resulûllah (asm) bizi bazı kabilelere gönderdi. Onlar da bizim gelişimizden haberdâr olarak kaçtılar. Biz bu grubun içinden birisine yetiştik. Onu yakalayınca, ‘Lâ ilahe illâllah’ deyiverdi. Fakat biz kendisini öldürdük. Döndüğümüzde bu olayı Peygamber (asm) aynen anlattım.

Rasûlullah (asm):

“Kıyamet gününde o adamın söylediği bu tevhid kelimesinin kıymet ve büyüklüğünden dolayı sana kim yardımcı olacak?” dedi.

Ben:

“Ey Allah’ın Resûlü, o adam, bunu ölümden korktuğu için söyledi,” diye cevap verdim.

Peygamber (asm):

“Kalbini yarıp baktın mı ki, bunu başka bir sebepten dolayı söylemiş olduğunu bilesin!’ buyurdu.”

***

Yine Huzeyfet’ül-Yemâni (ra) hazır bulunduğu cenazeye Hz. Ömer (ra) iştirak eder, Huzeyfe yoksa o cenazenin namazını kıldırmazdı. Zira münafıkları bir yine bir gün bir cenazede Hz. Ömer’in gözleri Huzeyfe’yi arar, bulamayınca doğruca evine gider, “bu da mı, ya Huzeyfe!” der. “Evet” cevabı karşısında hayretini gizleyemez ve “bende mi ya Huzeyfe!” diyerek imanın kimde olduğunun bilinmediğini ders verir bizlere.

GÜNAHKÂRA MI, GÜNAHA MI?

Son olarak (inşaallah son olur ki dedik, maalesef İzmir adliyesi haberi geldi ) Reina patlamasında 39 kişi hayatını kaybetti. Aslında bu bomba Türkiye’nin yüreğinde patladı. Hiç başka işimiz yokmuş gibi Yılbaşı eğlencelerini tartıştık durduk. Gayr-ı meşru eğlence zaten haram. Sanki alkol tüketimi, eğlence merkezleri memleketimizde yokmuş gibi, yılbaşına takmışız kafayı. Zaten bomba bu kasıtla; biz bunları tartışalım, memleketi kamplara bölelim diye atılmadı mı? (39 insanı öldürmek eğlenceden daha az günah sanki.) Evet yılbaşı bize ait bir gelenek değil, içkisiz de olsa kutlanması caiz görülmemiş. Ancak din hayatın neresinde? Namaz kılma oranı nereden nereye gerilemiş? İnsanlar bombalar altında ölürken, lüks ve şatafat içinde felaketleri kanıksamak noktasına nasıl gelmişiz ki, günaha değil günahkâra kızıyoruz?

Din, diyanet canibinde Selefilik almış başını gitmiş. Evliyalara, kutuplara, büyük insanlara dil uzatır olmuşuz. Cemaatlere, kanaat önderlerine ağza alınmayacak sözler sarfediyoruz. Sevmemiz gereken din kardeşimize siyaset yüzünden nefretler savuruyoruz.

“İnnemel mü’minune ihvetün” âyeti bir zümreye inmiş gibi, mü’min sıfatını bırakıp bize göre yanlış sıfatları yüzünden tekfir ediyoruz.

Hele ki tanımadığımız insanlarsa tek tek dolaşıp helâllik almamız lâzım. Bu ise imkânsız. Öyleyse tekfire cüret etmeden bir daha düşünelim. İş ahirete kalmasın.

Kalırsa?

Zira hiç bir şey göründüğü gibi değil.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*