Hikmet-i hükûmet, cemaat ve hizmet

Acaba, diyorum, Bediüzzaman Hazretlerinin, Ekim 1908’de, İkinci Meşrûtiyetin başlarında, Avusturya mallarını boykot eden hamallara hitap ederken, onları  sakinleştirme bâbından ifade buyurduğu, “Hükûmetin işine karışmayacağız, zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz”  cümlesindeki “hikmet” mânası günümüz hükûmetlerine de hamledilebilir mi?

Ve, “gafil ve safdil” olarak vasfettiği, “hemşehrilerim”  diyerek iltifat ettiği; safi, katıksız halk unsurundan ve ekseriyeti şarktan olan o hamal topluluğunun mensup olduğu halk kesimleri de bugün hâla aynı sâfiyette, safdillikte ve gaflette olabilirler mi?

Her iki cenah, yani hükûmet ve halk adına sorduğum bu iki soruya sizin tarafınızdan verilecek cevaplar, baş ve göz üstüne kabulüm olmakla beraber, kanaat-i acizanem odur ki; mahiyet ve pozisyon itibariyle esasen her iki cenah için her iki sorunun cevabı “evet” olmalıdır. Ama iki vecihle..

Birinci vecih: Müsbettir ki, hükûmet her hal ü kârda hikmetli hareket eder, ifşasında milletin ve devletin zarar görebileceği sırları ifşa etmez, ulu orta tartışılmasına meydan vermez. Halk da bunu anlayışla karşılar. Hak ve hukukun, demokrasinin ve demokratik devlet anlayışının her iki cenaha hamlettiği pozisyon ve sorumluluk da zaten bunu gerektirir. Ve illa ki karşılıklı güven, emniyet, hürmet ve merhamet esasları hakim olur.  İşte o zaman tam bir emniyet duygusuyla şöyle denilebilir:

“Hükûmetin işine karışmayacağız, zira hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.”

İkinci vecih: Menfidir ki, tam şeffaflık olmadığı için, demokratik kurallar tam işletilmediği için, vatandaş bilgi edinme hakkından ekseriyetle mahrum bırakıldığı için, zaman zaman mezkûr “hikmet”li cümleye benzeyen, ama hikmetsiz olan şöyle bir cümle sarfedilir:

“Hükûmetin işine karışmıyoruz, zira ne yapıp ettiğini hakkıyla bilmiyoruz.”

İşte bir soru daha:

Acaba bugün geçerli olan vecih hangisidir?

***
Bugün “yolsuzluk var”  diyerek yollu-yolsuz yapılan tartışmalar öyle bir boyuta geldi ki, neredeyse hükûmet  “hikmet”ten, cemaat de “rahmet”ten tamamen mahrum kalacak, maazallah..

Bir cenahtan, hem de birinci ağızdan gelen bedduayı, öbür cenahın lideri üstüne alarak tepki gösteriyor  ve –hâşa- “bedduaya lanet” diyor. İşte bu ifade bile belayı celbe sebep olabilir, Allah korusun!

Birinci Dünya ve ardından İstiklâl Harbi sonrasında, netice itibariyle yüz binler şehit veren ordunun bakiyesi için, Üstad Said Nursî, “yağı alınmış bir ayrana döndü” ifadesini kullanıyor.

Şimdi yapılan ve yaptırılan bu münakaşalarla hükûmet ve cemaat, yağı alınmış ayrana döndürülmeye; hükûmet hikmetsiz, cemaat de rahmetsiz bırakılmaya çalışılıyor sanki.. İşte asıl dış parmağı bu noktalarda aramak ve oyuna gelmemek lazım. Hem de böyle bir kavganın galibi de olmaz, şehit ve gazisi de olmaz.

***

Bu hikmetsiz ve dengesiz münakaşalarda “cemaat”  cenahına  “çete” yakıştırması, ne kadar yakışıksız ve abes ise, hizmet kavramını siyasetle iç içe göstermek de o kadar abes olsa gerektir.

Bediüzzaman’ın tarif ettiği ve bilfiil inşasına çalıştığı cemaat kavramı, bu kavganın bir cenahındaki “cemaat” algılamasından ne kadar ayrı ise, onun ortaya koyduğu hizmet düsturları da, münakaşalı ortamın “hizmet” algılamasından o kadar ayrı ve azadedir. Şairin ifadesiyle:

“Âzadedir, İslamı saran tehlikelerden/Dâvası temiz zira siyasî lekelerden.”

Şunu da açıkça ifade edelim ki, bu kavganın her iki cenahındaki din kardeşlerimizin münakaşasından muzdarip oluyoruz, kendilerine sulh ve selamet diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Acaba bugün geçerli olan vecih hangisidir? Sorusuna cevap olarak, bugün geçerli olanın, menfi mânadaki vecih olsa gerek.. Yani hükümetin işleri şeffaf yürümediği için, vatandaş; biz hükümetin işlerinden anlamıyoruz da, karışmıyoruz da.. Ne halleri varsa görsünler.. demek durumunda..

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*