Himmet düzeyi ahlâktan haber verir

İnsanın her hali -sufli ya da ulvî- bir ahlâktan haber verir. Oturmak, yemek, içmek, araç kullanmak gibi basit işler bile bir ahlâkı gösterir.

Yüksek himmet yüksek ahlâktan tezahür eder.
Ahlâk insanda her an değişen bir şeydir. Ama ara sıra görülen davranışlara ahlâk denilmiyor. O insanda daha çok görülmeye başlayan davranışlara (olumlu veya olumsuz) ahlâkî karakter deniyor. O davranış o kişide yerleşik hale gelirse ahlâk oluşur.

Meselâ yüksek ahlâk, insanlığın bir fıtrat standardıdır. Asr-ı Saadet bir yüksek ahlâk ortamıdır. İnsanlığın bir bütün halinde aradığı şey de aslında budur. Ahlâk, ne kendine ne de başkasına zararının dokunmama, kimsenin hürriyet alanına müdahale etmeme halidir. Kim sınırları zorlarsa ona karşı çıkmak ahlâkı koruma çabasıdır. Baskıya, istibdada karşı çıkmak bir ahlâklı insan davranışıdır. Bediüzzaman’ın ‘Kimden gelirse gelsin istibdada sillemi vuracağım’ ifadesi, şahsî olduğu kadar toplum ahlâkını koruma mücadelesidir.

Zındıka komiteleri önce ahlâka hücum ettiler. Ahlâkı önemsizleşen şahıs her türlü yanlışa açık hale gelir. Nitekim İngilizlerin, ‘Ne yapıp edip Müslümanları bu Kur’ân’dan soğutmalıyız.’ politikası sinsi bir yıkım planıdır.

On yıllardır bu topraklarda zındıka komitelerinin dinsizlik politikaları işlettirilmeye çalışılıyor. Millette din hissinin baskın olduğunu gören şebekeler, halka karşı direnmekten ziyade, halkın da sıcak karşılayacağı içinde dinin, dindarın bulunduğu adımlarla yola çıktılar. Meselâ, ‘dindar’ politikacı profilini kullandılar. Demokrasiyi, demok- ratlığı dindışı gösterdiler. Halkın demokratlara olan ilgisi sonucu, bu sefer, ‘Hem dindar olsun hem demokrat olsun’ demeye başladılar. Gömlek değiştirme söylemleri bu maksatla ön plana çıkarıldı. Din duygusu, dindarlık duygusu siyasete girmeye başladı. Bu sefer dindar, ama lâkayt; din bilgisi var, ama dini yaşamayan tipler siyasî arenaya sürüldü. Ve dinin dindarlar aracılığı ile örselenmesi, ‘içkimi de içerim, namazımı da kılarım’ anlayışıyla başladı. Sonra namazını kılan, orucunu tutan, Kur’ân’ını okuyan profiller piyasaya sürüldü. Demokrat anlayışı da ‘Bizden demokratı yok, bizden dindarı yok’ mesajları ile söylemde demokrat bir profil oluşturuldu.

İnsanlar, Kur’ân okuyan bir yönetici, Cuma namazı kılan bir idareci görünce elbette din nokta-i nazarında politikayı/politikacıları değerlendirmeye kalktı. Derken demokrasi unutuldu. İnsan hakları unutuldu. Maharet göz ardı edildi. Kadrolar tecrübesiz, liyakatsiz kişilere devredildi. ‘Adam iyi Kur’ân okuyor, eşi başörtülü ya’ gibi bir anlayış gelişti. Oysa ülke yönetimi ayrı bir maharet gerektiren bir alandır. Bediüzzaman’ın, hakikî dindarların siyasetçi; siyasetçilerin de hakikî dindar olamayacağına dair görüş beyanı bu tehlikeli gidişten dolayıdır. Çünkü siyasî arena pek çok yalana revaç vermiş bulunuyor.

Demek ki ülke yönetimi için ilgili idarecinin dindarlığından ziyade, yönetimdeki maharetine, uygulamalardaki adaletine bakılacak. Şahsî amelleri kendisi ile Allah arasında ele alınacak bir konu olacak.

Siyasetin ahlâkı da demokrasi standartlarıdır. Hak ve hukukun, adaletin uygulanmasıdır. Gerçek şu ki, her yerde ahlâklı toplulukların içinde ahlâksızlar; ahlâksız toplulukların içinde de ahlâklılar vardır. İşleri ahlâklı insanlar düzeltecekler, ama onların da önüne bin bir türlü derin tuzaklar seriyorlar.

Nerede olurlarsa olsunlar ahlâklı insanlar birbirlerini bulup, hak ve adalet zemininde, demokrasi ve insan hakları ölçeğinde bir araya gelip güç birliği yaparak rahat edebileceklerdir. Ahlâksızlar içindeki ahlâklılar, ahlâksızlardan ayrışıp; ahlâklılar da aralarındaki ahlâksızları ayıklayıp, vatan ve millet menfaatine omuz omuza vermedikleri müddetçe ahlâksız politikalar hayasızca ilerlemeye devam edecektir. Bunun vebali ahlâksızlarla birlikte yaşamaya devam eden ahlâklıların boynundadır. ‘Ehl-i hamiyeti dahi müstebit eden’ anlayış, bu ‘hak ve hukukunu bilmemek’ halidir.

Müjdelere nail olacak adımlar atılmazsa; ahlâksızları içinde bulundukları ahlâklılar kurtaramayacağı gibi, ahlâklıları da aralarında kaldıkları ahlâksızlar massedip yutacaktır, Allah muhafaza. Her iki durumda da kaybeden sessiz sedasız, kendi kendine yaşayıp giden, derdi tasası olmayan, ideali hedefi bulunmayan, gördüğü aksaklıkla ilgili eliyle, diliyle, kalbiyle bir çaba içinde olmayan ‘ahlâklılar’ olacaktır. ‘Kimseye bir hayrı dokunmama hali’ kişinin içinde olduğu ahlâktan haber veriyor. ‘Kimin himmeti milleti ise o tek başıyla bir millettir. Kimin himmeti yalnız nefsi ise o insan değil…’ diyen Said Nursî, aynı zamanda insanın ahlâk düzeyine de dikkatleri çekmiş olmaktadır.

İçinde olduğumuz imtihan, ahlâksızlarla birlikte asıl ahlâklıların imtihanıdır. Musîbetler, ahlâklıların hüsn-ü ahlâkın gereği olan yaşantıyı ortaya koyamamalarının tokadıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*