Hisar (Hesaré): Barla ve Sav’a kardeş bir köy

Risale-i Nurla imanını kurtaran sadıklar, tam bir inanç ve sadakatle Risale-i Nur’u yaymaya çalıştılar.

Bu fedakâr ve cefakâr hizmet ehli insanlardan biri de Siverekli Hüseyin’dir. Siverekli Hüseyin, Risale-i Nur kitaplarını Hisar (Hesaré) köyüyle tanıştırdıktan yıllar sonra da bir kahraman olarak köylüler tarafından şerefle yâd edildi. Siverekli Hüseyin Karayollarında işçi olarak çalışmaktaydı. Karayollarının marangozlukla ilgili işlerini Hisar Köyü’ndeki ustalara yaptırdığından köylülerle yakın bir dostluk kurmuştu. Hisar, Gercüş ilçesinin bir köyü olup Mardin’e bağlıydı. 1990 yılında Batman il olunca Gercüş Batman’a bağlandı. Siverekli Hüseyin, orta boylu esmer ve ciddî görünümlü biriydi. Hisar köyü ve çevresindeki köylerde birçok dost edinmişti. Kara yollarının resmî işlerinden dolayı köydeki san’atkârlarla yakın dostluklar kurmuştu.

1959 yılının Eylül ayının son günleriydi. Siverekli Hüseyin, boz bir atın sırtında taşıdığı bir sandıkla benim (Seyit Ahmet BULUT) marangoz dükkânımın önünde durdu. Boz atın sırtına bağladığı sandığın ipini çözdü. İçinde ağır bir yük varmış gibi zorlanarak sandığı dükkânın içine taşıyarak yere bıraktı. Benden keseri istedi. Hemen keseri getirip verdim. Keserle sandığın kapağına çakılmış çivileri bir bir sökerek kapağı açtı. Sandığın içinde kırmızı ciltli kitaplar vardı. Kitaplardan birini sandıktan alıp sayfalarını çevirip baktım. Okuma yazma bilmediğimden içindekilerin ne olduğunu anlayamadım. Yüzüme manalı manalı bakan Siverekli Hüseyin’e: “Hüseyin usta bunlar nedir?” diye sordum. Bana çok ciddî bir şeyler söyleyecekmiş gibi kitabın bir sayfasını açtı ve: “Seyit, bu kitaplar Bediüzzaman Said Nursî’nin kitaplarıdır. Buralarda bunlara ihtiyacı olanlara verirsin. Parasını bir sonraki gelişimde alırım” dedi. Siverekli Hüseyin, bana: “Seninle bu kitaplardan birini biraz okuyalım” diyerek kitaplardan birini eline alıp: “Birinci söz. Bismillah her hayrın başıdır!” diye okumaya başladı. Birinci sözü okuduğunda duygularım yüreğimde çadır kurmuş gibiydi. Sanki hastalıklı kalbim yerinden sökülmüş de yerine temiz, sağlam ve enerjik bir kalp takılmış gibi oldu. Sonra kitabı kapadı. Okunan kitabın tadı damağımda kalmıştı. Ona: “Hüseyin Usta, biraz daha okusana!” dedim. Kitabı ortasından açıp okudu, doymak bilmez bir ruhla hayallerim beni alıp başka yerlere götürmüştü. Farkında değildik, aradan iki saat geçmişti. Siverekli Hüseyin, kara yollarındaki işine dönmek için izin isteyerek atına atlayıp uzaklaştı.

Bir sandık kitapla baş başa kalınca mutluluktan içimde kuşlar kanat çırpıyordu. Hemen arkadaşım bakkal Mehmet ÇİFTÇİ’nin yanına gittim ve ona: “Çabuk ol Mehmet, dükkâna gelmen gerekiyor!” dedim. Mehmet: “Biraz işim var daha sonra gelsem olmaz mı?” deyince “Hayır olmaz! Acele hemen gelmen gerekiyor!” dedim. Bakkal Mehmet şaşırmış bir şekilde: “Seyit, ne var ki böyle acele ediyorsun?” deyip dükkânın kapısını kilitledi ve peşime düşerek hızlı adımlarla uzun ve geniş olan marangoz dükkânıma vardık. Büyük iş masasının altına yerleştirdiğim sandığın içindeki kitaplardan birini çıkararak: “Mehmet, baksana bunlara!” dedim. Bakkal Mehmet elimdeki kitabı aldı ve kapağın üstündeki yazıyı yüksek sesle: “Sözler!” diye okudu. Ardından sandıktan teker teker çıkardığı kitapların ismini Mektubat, Lem’a’lar, Şuâlar ve Zülfikar diye okudu. Ona: “Mehmet, sen askerde okuma yazma öğrenmiştin; hadi bana bu kitaplardan biraz oku!” dedim. Bakkal Mehmet elindeki kitaptan rastgele bir yeri açarak: “Yedinci Lem’a!” diyerek okumaya başladı. Mehmet, radyoda haber okuyan spikerlerinden daha güzel kitap okuyordu. Bu arada Mehmet okuduğunu ayrıca benim için Kürtçe’ye tercüme ediyordu. Mehmet’e dönerek: “Mehmet, bunlar ne güzel kitaplar!” dedim. Mehmet de bana: “Zaten ben de Said Nursî’yi çok merak ediyordum. İyi ki bu kitaplar sana gelmiş!” dedi.

Bir hafta sonra marangoz dükkânıma bir sandık dolusu Risale-i Nurun geldiğini bütün köy öğrenmişti. Köylülerle, benim marangozhanem ve Bakkal Mehmet’in dükkânında günde en az beş altı defa Risale-i Nur dersleri yapıyorduk. Bakkal Mehmet, bir ay sonra okuduğunu Kürtçeye tercüme ederek köylülere okuyordu. Bakkal Mehmet’in öğretmen okulunda okuyan oğlu Cemil, okulların tatil olduğu günlerde babasının bakkal dükkânında bazen de benim marangoz dükkânında bizlere Risale okuyordu.

Siverekli Hüseyin, zaman zaman heybesine doldurduğu küçük Risaleleri bazen atla bazen de yaya olarak köye getirirdi. Bize getirdiği bu Risalelerden dersler yapardı. Siverekli Hüseyin okuduğu her cümleyi Kürtçeye çevirerek köylülerin Risale-i Nuru anlamasını sağlardı. Köyde öyle çok Risale-i Nur okunurdu ki okuma yazma bilmeyen köylüler Risaleleri ezberleyecek duruma gelmişti.

Köyümüzde Risale-i Nur sevgisi Üstadı görme özlemine dönüşerek yüreğimizi yakıyordu. Bir gurup köylüyle Üstadı ziyaret etmeye karar verdik. Hazırlığımızı yapıp yola çıkmak üzereyken Üstadın vefat haberini aldık. Köyde yas havası esti. Bir anda gönlümüze kara bulutlar çökmüştü. Aradan atmış yıl geçmesine rağmen Üstadı görememe hasreti yüreğimde kanayan bir yara olarak bana hep acı verdi.

Çevrenin bazı ünlü hocaları “Risale-i Nur da neymiş!” diye aleyhte konuşunca hocaların en ünlüsünü köye dâvet ettim. Okuma yazmam yoktu; ama bana okunanları iyi özümsemiş ve anlamıştım. Tek kollu kahramanın on kollu ahtapotla savaşı gibi Risale-i Nur’dan ezberlediğim pasajları söyleyerek ünlü Hocayla saatlerce tartıştım. Hocaya: “Hocam, itiraz ettiğiniz konuları Risale-i Nur’dan okursak konu daha iyi anlaşılır.” dedim. Bunun üzerine hoca uzattığım Risale-i Nuru okumaya başladı. Sabaha kadar süren okuma ve tartışmamızın sonucunda ünlü hoca bana samimiyetle: “Siz haklıymışsınız!” diyerek memnun bir şekilde köyden ayrıldı. O meşhur hocanın çocukları ve torunları bu gün Risale-i Nur’la ilgilidirler.

Köyümüz Hisar’da benim (Seyit Ahmet Bulut), İbrahim Ağa’nın, Hacı Mehmet Altın’ın, Mele Nezir Akçe’nin, Halil Kalkan’ın ve Mehmet Çiftçi’nin evinde Risale-i Nur dersleri yapılırdı. Bunlar aynı zamanda Külliyatı çevreye tanıtan kişilerdi. Köylümüz olup başka yerlerde ikamet eden yaklaşık beş yüz kişi Risaleleri okumaktaydı.

Hisar Köyü’nün ağası konumunda olan İbrahim ve Mehmet Eağa adında iki amcaoğlu vardı. Bunlar arasında geçmişe dayanan bir düşmanlık vardı. Köye Risale-i Nur geldikten sonra İb-

rahim Ağa Uhuvvet Risalesini okur. İbrahim Ağa okuduğu ile yaşadığının farklı şeyler olduğunu anlar. Bu çelişkili durumu ortadan kaldırmak için İbrahim Ağa, amcaoğlu Mehmet Ağa’ya giderek ona bütün haklarından vazgeçtiğini söyler. Köyde yıllardır süren düşmanlık sona ermiş ve iki amcaoğlu aralarında barışı sağlamıştı. Bölgedeki şeyhler ve ağalar, İbrahim ve Mehmet Ağaların arasındaki bu düşmanlığı bitirememişti; ama Said Nursî’nin kitaplarının bu husûmeti ortadan kaldırması bir efsaneymiş gibi bu gün hâlâ köylüler tarafından anlatılmaktadır.

İbrahim Ağa evinde yıllarca Risale dersleri yaptı. İyi okuyan, okuduğunu yaşayan biriydi. Kendisinden, cömertliğiyle ve merhametiyle ağalığına farklı bir renk katan biri olarak söz edilirdi. Köylüler ondan kültürlü, akıllı, dostuna dost, köyler arasındaki meselelere arabuluculuk yapan, sıcak ve samimî bir arkadaş ayrıca ikna kabiliyeti yüksek biri olarak söz ederdi. Bu arada çevre köylerde vakit namazlarını kaçırmayan, sofrası her zaman kurulu, gönlü ve gözü tok biri olarak bilinirdi. Yakın arkadaşları arasında ise Risale-i Nurları ruhunun derinliklerinde hissetmiş Üstad hayranı biri olarak tanınırdı.

Babam yıllarca köyde yaptığımız derslere hiç katılmadı. Bir gün Mehmet’le Risaleler üzerine konuşurken babam aniden marangozhaneye geldi. Babamın içinde üzerinden uzun zaman geçse de kanaması dinmeyen bir evlât acısı vardı. Yüzündeki derin çizgilerden yüreğinin yandığı anlaşılıyordu. Ağabeyim, karayollarında şef olarak çalıştığı zamanlarda köyümüzün ve babamın övünç kaynağıydı. Bir trafik kazası sonucuna vefat edince babam kendini bir türlü toparlayamadı. Uykuları kaçtı, yemekten kesildi ve sohbet odalarından uzak kaldı. Ağabeyimin ölümü, babamı hayattan tamamiyle koparmıştı. Babam bu gün marangoz dükkânıma bu olaydan sonra ilk defa gelmişti. Ona: “Baba, biraz otur da sana bir şeyler okumak istiyoruz.” dedim. Babam bir boş çuval gibi iskemlenin üstüne oturdu. Bakkal Mehmet, Üstadın yeğeni Aburrahman’ın ölümü ile ilgili Risaleden bir parça okudu. Babam, sanki öbür dünyadaki oğlundan haber almış gibi yavaş yavaş Bakkal Mehmet’e yanaştı. Kitaptan müjdeli bir haber bekliyormuşçasına kitaba gözlerini dikti. Babamın yüreği, ateşin üstüne dökülen su gibi gözlerinden akan gözyaşlarıyla soğuyordu. Babam ders sonrası ayağa kalktı. Şükürler olsun diyerek yanımızdan ayrıldı. İlk defa onun böyle rahatladığını görüyordum. Babam bir kaç gün geçtikten sonra bir daha yanımıza geldi. Bu defa bakkal Mehmet, ona ölüm hakikati üzerine bir ders yaptı. Babam dersi ağzı açık dinledi. Ayağa kalktı başını iki yana salladı: “Yahu! Bediüzzaman ölümü ne kadar güzel anlatıyor. İnsanın bir an önce ölesi geliyor!” deyip yanımızdan gülümseyerek ayrıldı.

Hisar (Hesaré) Köyü; Nurs, Barla ve Sav’a kardeş olmuş çevre il ve ilçelere Risale-i Nur’u yayarak, kurulan medreselere analık yaparak nurun parlamasını sağlamıştır. Bu gün Hisar Köyü’nün binlerce Nur Talebesi, o geçmiş günlerin mahsulü olmuştur. Kitapların köylülerle buluşmasını sağlayan Siverekli Hüseyin, bu gün bile Hisar Köylü’lerinin kalplerinde bir kahraman olarak yaşamaktadır.

Misbah Eratilla

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*