Hislerimiz hizmetimize engel olmasın

Ya Rab halis eyle hislerimizi,
Sevgiyle birleştir kalplerimizi,
Bugün cemaatte olduğu gibi,
Yarın Cennetinde cem eyle bizi.
                                                  A.Y.

İnsan olarak hepimizin bir takım zaafları ve kusurları vardır. Bu zaaf ve kusurlarımız başka insanları rahatsız edebildiği gibi, bizim de başka insanlardan rahatsız olacağımız durumlar olabilir. Bazı söz ve davranışlar bizi rencide edip, izzetimize dokunabilir. Zaman zaman hislerimiz aklımızın ve kalbimizin önüne geçip, makul ve mantıklı hareket etmemize mâni olabilir. Ama biz İman ve Kur’ân dâvâsının birer hizmetçisi olduğumuzu kabul ediyorsak, izzetimize, nefsimize ve hislerimize prim ve pay verecek halimiz yok demektir. Hizmetimiz şahsî hareket ve gayretlerimizle değil, şahs-ı mânevî kuvvetiyle yürüdüğü için, nefsimizi bu şahs-ı mânevî havuzunda eritip, “fenâfil ihvan” olarak vazifemize devam etmek durumundayız.

İman cihetiyle insanlarla olan ilişkimiz, kardeşlik esasına dayanır. Bu kardeşlik ilişkisi, iç içe daireler şeklindedir. “Bütün mü’minler kardeştir” esası, en geniş olan daireyi teşkil eder ve bütün dünyadaki Müslümanları kapsar. Ondan sonra ülkemizdeki, bölgemizdeki, çevremizdeki ve nihayet aynı dâvâya hizmet ettiğimiz cemaatimizdeki kardeşlik halkaları gelir. Bu durumda, kardeşliğimizin en sıkı ve en sıcak olması gereken halka, cemaat dairesindeki kardeşlik halkasıdır. Risale-i Nur’un sancağı altında, imana ve Kur’ân’a hizmet için bir araya gelen insanların öyle kuvvetli kardeşlik bağları vardır ki, hiçbir dünyevî sebep onları koparıp atamaz.

Bediüzzaman Hazretleri bu kardeşlik bağlarını ve birlik noktalarını sayarken şöyle diyor: “Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir.” (Mektubat, 22. Mektub) Bu kadar birliğe ilâve olarak; okuduğumuz gazetemiz bir, dergilerimiz bir, paylaştığımız siyasî ve içtimâî görüşlerimiz bir, derslerimiz ve sohbetlerimiz bir gibi daha pek çok birlikteliklerimiz de varsa, artık burada ayrılık ve  gayrılıktan söz etmek mümkün değildir.

Yazımızın başında dediğimiz gibi, bir takım insanî ve nefsanî zaaflarımız olabilir. Bunlar, bu birliğimize ve kardeşlik bağlarımıza zarar vermemelidir. Aynı hedefe doğru giden, aynı dâvâya hizmet eden, aynı gayeyi güden bir cemaat içinde, şahsî tavırlarını tasvip etmediğimiz insanlar da olabilir. Ama bu insanlar bizimle birlikte oldukları müddetçe, kardeşimizdir, dâvâ arkadaşımızdır. Yukarıda saydığımız o kadar kuvvetli birlik ve beraberlik bağlarımız varken, nefsimizin hoşuna gitmeyen ufak bir davranış, bizi birbirimizden ayırmamalı. Bunlar birlik ve beraberliğimize zarar vermemeli. Hatta izzetimize dokunan, bizi rencide eden bir söz ve davranış ile karşılaşsak bile, hizmetimizin kudsiyeti hatırına bunları hoş görmeli, o kardeşlerimiz ile olan bağlarımızı koparmamalıyız.

Her insanın izzet ve haysiyeti kıymetlidir. Onların rencide edilmesini istemez. Ama bu dâvâ, hakikî fedakârların dâvâsıdır. Onun selâmeti için gerektiğinde haysiyetimizi de feda edemiyorsak, hakikî dâvâ adamı olmamız mümkün değildir.

Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri karşısında başımızı öne eğip, düşünmemiz lâzım diye düşünüyorum: “Sıkıntı veya ruh darlığından veya titizlikten veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘Haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın, bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.” (Lem’alar, 28. Lema)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*