Hizmet ve hadiselerde kıyaslama ölçüleri

Kâinatta cereyan eden bütün hadise ve olaylar karşısında yapılacak değerlendirmelerde şaşmaz, şaşırtmaz, doğru, yanılmaz, yanıltmaz, temel, hakperest, demokratik esaslar ve ölçüler olmalıdır.

Gerçek mü’minler ve tahkikî imana sahip olan için bu kesin ölçüler; Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’dir. Aslında konuya tam vakıf olanlar için bu iki manevî değer, dünyevî her konuda da temel ölçü ve esastır. Çünkü kâinatı yaratan Sonsuz Kudret’in koyduğu bu İlâhî kanunlar, kâinat ve insanlık için bir katalog ve yol haritası hükmündedir.

Hadiselere bu esas ve hükümlere göre bakıldığında ancak isabetli, sağlam, çözüme yönelik gerçek ve köklü sonuçlar elde edilebilir. Aksi takdirde, arzî olan, materyalist felsefe ile tefessüh etmiş Batı medeniyetinin tesiri ve ölçüsü ile olaylara bakıldığı zaman çıkmaz sokaklar insanlığın karşısına çıkmaktadır. Hâl-i âlemdeki mevcut durum bunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Materyalist ve kapitalist görüşle yolunu şaşırmış piyasa şartları ve “eyyamcı bir gözle” olaylara bakıldığı zaman işin şekli ve mecrası tamamen değişmektedir. Eksen kaymaları, hak, hakikat ve doğruyu bulmayı zorlaştırmaktadır.

Dünyaya yön vermeye çalışan materyalist Batı felsefesiyle hareket edip plân kuranların toplumu tamamen kendi menhus düşünce ve emellerine âlet ve kurban etme oyun ve tuzaklarına karşı tahkiki imana sahip olanların çok dikkat etmesi ve manevî değerlerin rehberliğinden şaşmamaları gerekmektedir.

Şaşmaz ve şaşırmaz ilmî hüviyete sahip olan ve büyük bir hazine ve öz değer olan, bu asırdaki “Risale-i Nur hizmetlerini” tercih etmiş olanların dikkat edeceği; olmazsa olmaz şartlar vardır. Bu mukaddes dâvânın vazgeçilmezi olan “ihlâs, adalet, sadakat, şer’î hürriyet, azimet, takva, hakkın rızası ve üstünlüğü” konularındaki ölçü ve değerlendirme sistemine katiyen dünyevîlik ve arzîlik virüsü girmemelidir. Bunun tersi olduğu zaman bütün değerlendirmeler; şahsî, sübjektif, indî, dar ve yanlış açıdan bakılarak yapılır ki; bu sarsılmanın, savrulmanın, yanlışa sapmanın, ümitsizliğin, sadakatsizliğin, fitnenin, fesadın,–-Allah korusun—yokluğa mahkûm olma ve tahribe giden yolun ta kendisi olur.

“Nurculuk” denen kudsî dâvânın özü, aslı kabullenilip tatbiki olarak yaşanamazsa veya onun ilhama dayanan düsturları yerine; şahsî, “kafa fenerinden” çıkan hükümler meydan almaya kalkarsa iş çığırından çıkar. O zaman nev-i şahsına münhasır “sun’î ve sahte kutup” kişilikler ortaya çıkmaya başlar ki, bunun sonu hayra alâmet olmaz. Ferdî ve nefsî “fetvaların” başladığı noktadan itibaren ortak hareket etme alanı çok daralır, çoğu zaman da bu yollar çıkmaza girer. İşte o nokta artık çok tehlikeli bir sath-ı mail demektir, müthiş bir savrulmadır, bu gidişin nerede duracağını tahmin etmek de, kestirmek de kolay değildir.

İslâmiyetin özünü anlama, sahiplenme, yaşama, benimseme, kabullenme ve tatbikini yapma anlam ve manasında olan “Nurculuğun”, ilk önce “Nurcuyum” diyenler tarafından bir sistem ve prensipler manzumesi olarak çok iyi kavranıp yaşanması gerekmektedir.

Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle, “Asr-ı Saadet iklimini” bu asra taşımanın farklı bir tecellisi olarak kabullenilmesi lâzım gelen “Nurculuğun” hiçbir dünyevî, maddî, siyasî, ticarî, hatta manevî işe ve alana âlet edilmeden yaşanıp yaşatılması en temel esas olmalıdır.

Hz. Bediüzzaman Said Nursî tarafından tesis ve tesbit edilmiş, insanlık ve İslâm tarihinin en büyük ve kapsamlı bu “gönül hareketi”nin suiistimale uğramaması ve yanlışlıklara âlet olmaması hayatî önem arz etmektedir. Bunun da en tesirli yolu; eserleri anlayarak, tefekkür ederek, hazmederek, kabullenerek, birlikte mütalâa ederek çok iyi okuyup kavramaya çalışmaktır. Bunu idrak eden her ferdin “şahs-ı manevî”nin şemsiyesi altına girip, “meşveret” denen tatbikî sünneti hayat düsturu olarak kabullenmesi de ayrı bir fazilet ve gerekliliktir.

Evvel emirde bu güzel hareketin ferdî bazda gönüllerde yer etmesi, sonra cemiyetin ana çekirdeği olan aileye, evlere, çevreye, sokağa ve topluma mal edilerek yaşanması bütün toplumun menfaatinedir. Bu yol ve metotla bu güzel ülkeye, bu asil millete, İslâm dünyasına ve insanlık ailesine gerçek demokrasi, güzel ahlâk, müsbet hareket, hak, adalet, hürriyet gibi ortak değerlerin bilinmesi ve paylaşılması konusunda çok yönlü bir hizmet edilmiş olacaktır. Bunun için de; Risale-i Nur’un Kur’ân-ı Azimüşşan’ın bu asra bakan manevî ve mu’cizevî bir tefsiri olduğunun idraki, insanlığa Kur’ân’ın getirdiği mesajı en kısa, en özlü, en etkili şekilde izah ettiğinin vurgulanması icap etmektedir. Risale-i Nur’u okuyan müntesipler bu konuya böyle inanmalı ve değerlendirmelidir diye düşünüyorum. Bu kudsâ dâvâya gönül verenlerin dünyada meydana gelen her hadise ve meseleye bakarken bu İslâmî ve Kur’ânî boyutla olaylara bakması aklın ve mantığın gereğidir.

Bütün bu düstur ve esasların şahsî hayatta, aile hayatında, toplum hayatında, akraba ve dost münasebetlerinde, ticarî hayatta, eğitim hayatında, insanî ilişkilerde, hukukta, … vb. her alanda tatbikatının mümkün ve faydalı olduğuna itikat ve inancımız tam olmalıdır.

Toplumu büyük ölçüde etkileyen bir saha olan “siyasete”, siyasetçilere bakarken de bu ölçülerle hareket etme gereği vardır. Siyaset mesleğini icra edenlere karşı tavrımız; onlara topluma yönelik sorumluluklarını hatırlatmak, tarafgirlikten, menfilikten, menfaatten uzak bir şekilde her ferdin ve toplumun demokratik hak ve hürriyetlerini güvence altına almak, bunları özgürce kullanmalarını sağlamak; düşünce, inanç, hak ve hürriyetlerini kullanma ve korunma ölçü ve kriterlerini hatırlatmak olmalıdır.

Risale-i Nur Talebeleri ve “Nurculuk” hareketi maalesef birçok menfî sebep, yanlış anlama, yönlendirme ve kasıt neticesi olarak toplum, medya ve devlet organ ve kurumları tarafından tam olarak tanınmamaktadır. İftira ve zaman zaman da hakarete uğramaktadır. Buna rağmen hiçbir Nur Talebesinin ne devlete, ne “resmî” ve gayri resmî kurum ve şahıslara karşı herhangi bir menfî hareketi olmamıştır, bundan sonra da inşaallah olamayacaktır. Bilinen bu durum ve tutuma rağmen; “Nur Talebeleri” hayatları boyunca topluma ve insanlara güzelliği, doğruyu, müsbeti anlatmak, paylaşmak ve telkin etmekle kendilerini manevî sorumlu bilerek hareket etme gayreti içerisinde olmuşlardır. Bu yoldaki hizmetlerine aralıksız devam ediyorlar ve kıyamete kadar da edecekler inşaallah.

Toplum mühendisliğine soyunan art niyetli şahıs ve kuruluşların ifsat ettiği ve etmeye devam ettiği kitleleri ciddî şekilde gündemimize alarak onlara değer vermek, menfilik menfezlerini ve kanallarını kapatacak irade ve kararlığı göstermek “gönül erleri”nin işidir.

Ekseni kaymış zamanın girdabına kapılmadan kudsî hakikatler manzumesi olan doğruların şaşmaz ölçülüğünde yaratılış gayemize uygun değerleri yaşatmak için var gücümüzle manevî cihadımıza devam edelim inşaallah.

Netice olarak; Risale-i Nur’un “künhüne vakıf” (mantalitesini kavramış) olanlara düşen;

Şahsî faziletlerini öne çıkarma gayreti yerine; “şahs-ı manevî” ve “Hakkın” hatırını âlî tutan bir tutum ve fazileti yaşatmaktır.

“Âcizane fikrime göre!” diye başlayan faziletfüruşluk yanlışı ve şahsî fetvalardan uzak kalmaktır.

Hiçbir grup ve şahıs, cemiyet, dernek ve komiteye karşı “rekabete” girişmemektir, uğraşmamaktır; “özenti”, “gıpta” duymamaktır; gıybetini, tenkidini yapmamaktır; açığını ve ayıbını araştırıp açıklamamaktır.

Bütün bunların aksine;

Tahribata karşı tamirin yanında olmalıyız ve yanındayız.

Menfiliğe karşı müsbetin yanında olmalıyız ve yanındayız.

Yıkıcılığa karşı yapıcılığın yanında olmalıyız ve yanındayız.

Haksızlığa karşı hakkın yanında olmalıyız ve yanındayız.

Problemlere karşı çözümün yanında olmalıyız ve yanındayız.

Düşmanlığa karşı kardeşliğin yanında olmalıyız ve yanındayız. Fitneye karşı, sadakatin, meşveretin, samimiyetin, yapıcılığın yanında olmalıyız ve yanındayız.

Olumsuzlukları gündemden çıkararak, hataları ve kusurları affederek iyilik ve güzellik meleklerini kendimize arkadaş edinmenin yol ve çarelerini bulmak ümit ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*