Hizmeti hiç düşünmeyin!

Hizmet” denildiğinde veya “hizmet” kelimesi zikredildiğinde, aklımıza hemen Risale-i Nur’la insanların imanlarını kurtarmaya yönelik hizmetlerimiz geliyor. Başta Üstadımız olmak üzere, birçok Nur Talebesinin adeta hayatının gayesi de budur.

Evet, imandan, İslâmdan yoksun bir şekilde yetişmiş, onlardan bîhaber kalmış insanların imanlarının kurtulması, Cehenneme gitmemesi için uğraşır Nur Talebeleri. Daha önceki senelerde yazdığımız bir yazıda belirtmiştim. Bizim hizmet mekânlarımızdan birine, bir vesile ile birisini götürmüştüm. O kabil yere ilk defa gelen ve şaşkın bakışlarla her şeyi seyredip, hayran hayran inceleyen o kişinin, dönüş yolunda bana söylediği “Ağabey, sen mes’ulsün. Niye şimdiye kadar bana böyle bir yerden bahsetmedin, beni getirmedin?” sözünü hiç unutmuyorum. Ve ondan sonra da benim aklıma şu geldi: “Yahu, yarın bizim; eşimiz, dostumuz, arkadaşımız, komşumuz, akrabamız, gerçekten de bizden kıyamette dâvâcı olur ve ‘Ya Rabbi! Bu adam bu hakikatleri bildiği halde niye bana anlatmadı? Ondan dâvâcıyım!” derse, o zaman ne yaparız acaba?”

Fakat bu insanların imanlarının kurtarılması hizmetini ifâ eden insanların bir arada bulunduğu cemaat mensupları, bu işleri yaparken neye muhtaçlar? İşte bunu Üstadımız, bir talebesine şu sözleriyle ifade ediyor: ”Kardeşim, hizmeti düşünmeyin! Hizmeti, en muhalife de Cenâb-ı Hak yaptırır. Sizin düşüneceğiniz; uhuvvet, muhabbet, ittihad ve tesanüddür. En fazla düşüneceğiniz bunlardır. Bugün size en fazla lâzım olan budur.”

O ifadelere, o sözlere dikkat ettiyseniz, hem de birkaç defa tahşidat yaparak çok enteresan şeyler söylüyor Üstadımız. Eğer bizler, kendi aramızda; uhuvvet, muhabbet, ittihad ve tesanüdü sağlayamazsak, ne bu işler ve hizmetler arzu edildiği gibi olur ve ne de yapılan işlerde ihlâs kalır. Zaten, İhlâs Risalesi’nde Üstad bunları çok güzel anlatıyor. Hem ihlâs, hem de uhuvvet risalelerinde prensipleri vaz’ edip yol gösteriyor. Biz bunları sadece okur geçersek ve muhatabın “biz” değil de, “o“ olduğunu düşünürsek, o zaman, o bahisleri de boşa okumuş oluruz.

Hani, Anadolu tabiriyle “Oğlan aldı oyuna gitti, çoban aldı koyuna gitti” misâli, herkes kendine göre anlayıp yorum yaparak bir tarafa çekilir ve bizi biz yapan o esaslara sadık kalmazsak ve hassaten de, iftiraka düşülen en baş sebepleri, Üstadımızın bize anlattığı gibi anlamazsak, onun; dinî, siyasî, içtimâî vs. düsturlarına onun gözüyle bakmayıp, kendi gözümüzle bakmaya çalışırsak, elbette yanlış yaparız.

Biz Üstadımızı, üç devre-i hayatıyla biliyoruz. Onun yaşadığı her dönüm noktasının özelliğine göre tek Üstad olduğunun şuuruyla onun yolundan gitmeye çalışıyoruz. İşte Yeni Asya misyonunun bağlıları olan bizler, Üstadımızı bir küll (bütün) olarak kabul ediyor, onun Sözler’de söyledikleri ile—meselâ—Emirdağ Lâhikalarında söylediklerini de hep bir kabul edip, Risale-i Nur Külliyatı’nın tamamına riâyet etmeye çalışıyoruz elhamdülillah. Dinî meselelerimizin hallini, Üstadımızda bulduğumuz gibi, siyasî, içtimâi vs. meselelerimizin çözümünü de yine onda buluyor ve onda görüyoruz. Ve böylece şükürler olsun ki, esen rüzgârlara göre yön değiştirmeyip, hakikat güneşi mesabesindeki Nurlara müteveccih olup, hayatımızı ve hizmetlerimizi ona göre tanzim edip, sürdürmeye çalışıyoruz. Tabiî demiyoruz ki, “Bu bizim düşündüğümüz ve yaptığımız doğru, sizinki yanlış”. Hayır, böyle bir düşünce sahibi de değiliz. Herkesin anlayış ve idraki farklıdır, ama gerçek mânâda Üstada ve Risale-i Nur’a bende olmak da, bambaşka bir şeydir tabi.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*