Hizmetin sırrı ihlâsta

alt

Köprü dergisinin en parlak dönemi olan 1985-88 yıllarında ortaya konulan performansla, üç-dört yıl içinde yer yer neredeyse 30-40 yıllık hizmetlere imza atılmıştı.

O gün yapılan kimi çalışmaların, aradan otuz seneye yakın bir zaman geçmesine rağmen hâlâ ses getirmeye devam etmesi, bunun bir ifadesi.

Halen bir gazetede köşe yazılarına devam eden bir yazar, ilk tanıştığımızda şöyle demişti:

“Köprü’nün 1985’te İslâm ve demokrasi konularına ağırlık veren ve kimi çevrelerin yoğun eleştirilerine hedef olan yayınlarından biz çok etkilenmiştik. O yayınlar yep yeni bir çığır açtı.”

Gerçekten, o dönemde İslâmla demokrasinin bağdaşabilirliği fikrini gündeme taşımak kolay birşey değildi. Hücum etmek için pusuda bekleyen pek çok kesim vardı. Fanatik laikçilerden “dinde hassas, muhakemede noksan”lara kadar.

Ancak Köprü ekibi, Bediüzzaman’dan aldığı ölçülerle ayağını sağlam basarak bunu başardı.

Ve zaman içinde, ilk başta Köprü’yü topa tutanlar onun gündeme getirip cesaret ve kararlılıkla savunduğu çizgiye yanaşmaya başladılar.

Hattâ itirazda başı çekenlerden, Köprü’nün bu konudaki öncülüğünü örtbas ederek, aynı rolü kendilerine mal etmeye çalışanlar bile oldu.
Sonuçta, o zaman İslâmla demokrasinin birlikte olabileceği fikrine en şiddetli muhalefeti gösteren “siyasal İslâm” anlayışının bugün geldiği nokta, son derece anlamlı ve düşündürücü.

Köprü o dönemde başka birçok önemli konuyu da masaya yatırdı. Darülharp tartışmasından Sultan II. Abdülhamid devrinin tahliline, Kurtuluş Savaşından Kemalizme kadar birçok konu.

Aslında Köprü ilk çıktığında bir edebiyat dergisiydi. Sonra fikrî meselelere, ilmî tahlillere, ilim ve teknik konularına yöneldi. Ardından aktüel ve dinamik bir fikir dergisi kimliği kazandı.

Bunu yapan kadro, yayıncılıkta hiçbir tecrübe ve birikimi olmayan, genç ve idealist öğrencilerden oluşuyordu. Bunların kısa sürede bir araya gelmesi de, ortaya konulan hizmetin manevî cazibesi ile yaşanan fıtrî bir sürecin sonucu idi.

Ve işin temelinde ihlâs yatıyordu.

Meraklı abonelerinden başka kimsenin ilgilenmediği, belki haberdar dahi olmadığı kendi halindeki mütevazi bir derginin, adeta her sayısı “olay” olup ses getiren, ulusal basında gündem oluşturan, köşe yazılarına konu olan popüler bir yayına dönüşmesinin sırrı da bu ihlâstı.
İşte bu ihlâs, Köprü ekibinin genç mensuplarını, Üstadın “Üç elif ittihad etmezse üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihad etse yüz on bir kıymet alır” sözündeki mânâya mazhar kılmıştı.

Aynı şekilde “On hakikî müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır” hakikatine de (Lem’alar, İhlâs Risalesi, s. 392 ve 3).

Ancak ne yazık ki, zaman içinde bu mânâ korunamadı. Cenab-ı Hakkın her birine ayrı ayrı ihsan ettiği artılarını bir araya getirerek, kendi güç ve kabiliyetlerini kat kat aşan hizmetlere vesile olan ekip mensupları arasında, büyük ölçüde şahsî ve hissî uyumsuzluklardan kaynaklanan eksilerin ön plana çıkmaya başlaması, birlikte çalışma ruh ve iradesine sekte vurdu.

Üstadın “hakikî Ziyaeddin, hayalî Ziyaeddin” örneğiyle dikkate sunduğu ölçü gözden kaçırılıp, uzaktan büyük hüsnüzanlarla bakılan insanlarla çok yakın bir çalışma ortamına girildiğinde bazı şahsî kusurlara şahit olmanın yol açtığı hayal kırıklıklarının da bunda hatırı sayılır bir payı vardı.

Gençlik hissiyatından ve insan ilişkilerindeki tecrübesizlikten de kaynaklanan bu sıkıntı, sağlıklı bir meşveret mekanizmasıyla atlatılabilirdi.

Ama ne yazık ki, o dönemdeki çok yönlü ve çok boyutlu sebeplerin etkisiyle, bu mekanizma da işletilemedi. Ve sonuçta, “az zamanda çok işler başaran” genç bir kadro darmadağın oldu.

O dinamik hizmetler de kesintiye uğradı.
Keşke tekrar ihya edilebilse…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*