Hizmette farklı meslek ve meşrepler gereklidir

Sureten birbirimize benzemediğimiz gibi, sireten de birbirimize benzemiyoruz.
   
Hâlık-ı Rahman Hz. Adem’den bu güne kadar yarattığı bütün insanların fizikî yapılarını farklı kıldığı gibi; çoğu zaman onların fıtrî yapılarını da birbirinden farklı olarak halk etmiştir. Huy, mizaç, psikolojik yapı anlamına gelen meşreplerini birbirinden farklı bir şekilde yaratmıştır. İkiz olan kardeşler dahi olduğu gibi birbirinin aynısı olmadığı gibi; meşrep diye adlandırdığımız, huy, mizaç, hal ve davranış açısından da tam da birbirine benzemezler. Yüce Allah’ın buradaki muradı ve sırr-ı hikmeti çok derin ve geniştir. Ama bu yazının konusu o değil.

Konumuz Nur hizmetlerinde farklı meşreplerin yeri ve durumu. Değişik huy ve mizaçdaki hadimlerin yeri ve rolleri. Detayına girmeden belirtelim ki Nur Külliyatı belirli ve sınırlı bazı kabiliyetler, meslek ve meşrepler için yazdırılmadığı için; her huy ve mizaçtaki insanlar o şaheser külliyattan istifade eder, o hizmetten kendisine bir hisse alır. Risale-i Nur’un muhatabı hiçbir fark gözetmeksizin bütün meslek, meşrep, huy, kabiliyet ve mizaçlardır. Bu meyanda her hadim, her insan o camianın, o cemaatin tabiî bir mensubudur, bir elemanıdır.

Farklı fıtratların, değişik meşreplerın varlığı iman hizmetleri açısından, bir çok yönü ile bir zenginliktir, bir fırsattır, bir imkândır. Bu sayede farklı kabiliyet ve meşrepleri gerekli kılan hizmetler sahiplerinin bularak ifa edilmiş olur. Ehil ellerde iman ve Kur’ân hizmetleri hedefine ulaşmış olur. Hizmet birimlerinin şekil ve mahiyetlerinin farklılığı, değişik meşrep ve mizaçları gerekli kıldığından, cemaatlerde farklı mizaç ve meşrepteki elemanların var olması önemli bir ihtiyaçtır.

Burada önemli olan farklı kabiliyet ve meşreplerin hizmet içindeki rol ve pozisyonlardır. Doğru ve isabetli bir organizasyonla hizmet ve vazife paylaşımıdır. Her hadimin fıtratına, mizacına uygun bir hizmet alanında sorumluluk almasıdır. Meşrebiyle mütenasip, zorlanmadan gönüllü olarak başarılı olacağı bir hizmet biriminde vazifeye talip olmasıdır. Böyle bir durumda farklı mizaç ve meşreplerden beklenen iman hizmetlerinden beklenen neticeler alınır.

Bu konuda bizim için nümune-i imtisal olacak en doğru, en isabetli örnek Üstad Bediüzzaman olsa gerek. Onun farklı çevrelerden, değişik cemaatlerden gelen, farklı meşrep, huy ve mizaçlara sahip saff-ı evvel dediğimiz talebelerine karşı olan muameleleri ve o güzide talebelerinin de üstadlarına karşı olan sebat ve sadakatlar, dolayısıyla iman ve Kur’ân hizmetlerindeki akıllara durgunluk veren başarı ve performansları bizim için yegâne örnek olacaktır.

Evet Üstadları onların kabiliyet ve meşreplerini göz önünde bulundurarak, istihdam etti. Beşeriyet icabı onlardan sudur eden ve kutsî dâvâya zararı muhtemel olan durumlarda kusur ve hatalardan dolayı gerekli ikazları yaparak hepsini bir havz-ı müşterekte topladı. Hepsine değer verdi, hepsini taltif etti, candan bağrına basarak, kucakladı.

O güzide talebeleri de bütün mevcudiyetleriyle hayatlarını ortaya koyarak hizmete yöneldiler. Bütün tehlikeleri göze alarak, her türlü haksızlıklara, hakaretlere, zahmetlere, işkencelere katlanarak iman dâvâsında tarihte eşi benzeri olmayan hizmetlere imza attılar.

Bu meyanda zaman zaman Üstadları onlara nazar-ı müsamaha ile de yaklaşıyordu. “Çok sıkı tutmayan, meşrû dairede bazıları istirahatını arayabilir” diyerek hizmetin ağır yükünü taşımaya gücü yetmeyen, o zor şartların getirdiği zahmet ve meşakkatlara katlanmakta zorluk çeken bazı talebelerine dinlenme ve istirahat iznini de veriyordu.

Talebelerine böylece çoğu zaman şefkatle, nazar-ı müsahama ile muamelede bulunan Üstad Bediüzzaman, hadimler mabeynindeki gerek meşrep farklılıklarından veya başka sebeplerden basit gibi görünen en ufak sitemler ve dargınlıklar karşısında ulvî hizmetlerimizin düçar olacağı zararları düşünerek, feveran ederek, küçük de olsa bu gibi durumların son bulması noktasında ısrarla talebelerini ikaz ederdi.

Üstad Bediüzzaman’ın bu uygulamalarından anlıyoruz ki; onun “sıkı tutmayınız, herkes bir meşrepte olmaz” tavsiyesindeki maksadı; sıkı tutmayın herkes kendisine mahsus huy mizaçları istikametinde hareket etsin değil. Meşrebine uygun şekilde konuşsun, hareket etsin değil. Fıtrî yapısına göre istediği şekilde bir yol tutturup kafa feneriyle hareket etsin değil. Tam tersine her talebe her türlü huyunu, meşrebini, anlayışını, hissiyatını, enaniyetini şahs-ı manevî havz-ı müşterekinde eritmekle mükelleftir.  Ancak bu şekilde farklı görüş ve düşüncelerin, meşrep ve mesleklerin bir değeri olur. Aksi taktirde cemaatlerde olması gereken uhuvvet ve tesanüt zedelenir, ihtilâf ve tefrikaların önü alınmaz ve cemaatın tadı kalmaz.

Böylece İzmir’den A. Şeker kardeşimizin sualine cevap vermiş olduk, inşallah. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*