Hoşgörü salih bir amel de olabilir, hıyanet de!

Çağımız Müslümanı, ne yazık ki genel anlamda bir duygu sapması yaşıyor. Veya hasletler yerli yerine oturmamış. Kimi, ne kadar, kimin adına seveceğimizi, kime ne kadar, kimin adına düşmanlık edeceğimizi, nerede, ne kadar sabır göstermemiz gerektiğini, neyi hoşgöreceğimizi, neyi göremeyeceğimizi çoğu zaman bilemeyebiliyoruz.

Herkesin, her davranışı, sözü, fiili hoşgörülemez meselâ. Neden mi?

Öncelikle her mü’min “İyiliği emret, kötülükten sakındır” (Lokman Sûresi, 17.) fermanınca “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” ile mükelleftir. Resûl-i Ekrem (asm) bu mükellefiyeti şöyle formüle etmiştir: “Sizden kim bir kötülük görürse, eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, s. 243.)

Buna göre, kötülük yapanın, yanlış düşünenin, zulmedenin, haksızlıkta bulunanın bu davranışlarını hoş göremeyiz! Ebu Cehil’i, Ebu Leheb’i ve onun yolunda gidenleri elbette hoş göremezsiniz. Ebu Cehil’den daha beter Deccal ve Süfyan’ı, müstebit zalimleri de hoşgöremeyiz. Bunları hoşgörenlerin bu hallerini de hoş göremeyiz! Nisa Sûresi 105. ve 107. âyetler hainleri ve zulmedenleri hoşgörmeyi yasaklar. “Hainlerin savunucusu olma! Kendi nefislerine hıyanet edenleri savunma!” “Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur!” (Hud Sûresi 113.)

Günah işleyenler, Kur’ân’a ve Sünnet-i Seniyyeye aykırı bir anlayış ve düşünce yayanlar, “Bir toplulukta bir takım günahlar işlenir, işlemeyenler o günahları işlemeyenlerden daha güçlü ve daha çok oldukları halde, engel olmazlarsa, mutlaka Allah hepsine birden cezâ verir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; İbn-i Mâce, Fiten, 20.) hadis-i şerifince hoşgörülemez.

Peki, kime, ne zaman, hangi hallerde hoşgörülü olabiliriz? Olumlu-olumsuz duygu ve hasletleri tahlil edip mecralarına yönlendiren Bediüzzaman, bize şu ölçüyü verir: “Meselâ, ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahası, fedâkârlığı amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maalgayr olsa hıyanet olur.” (Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, s. 19-20) Yani, bir insan kendisine karşı işlenmiş bir suçu affedebilir, kendisine karşı işlenen bir kabahate hoşgörüyle, müsâmahayla bakabilir. Bu salih bir amel olur. Ama, başkasına karşı işlenmiş suçları affedemez. Kur’ân’a, imâna saldıran haddini aşmış olan kişilerin bu hallerine müsamaha gösteremez. O takdirde af ve “hoşgörüsü” hıyanet olur!

Bir haksızlık, zulüm, yanlış söz ve fiil, annemizden de, babamızdan da, akrabalarımızdan da, zenginlerden de, fakirlerden de, âlimlerden de, cahillerden de sudur etse bu durumları hoşgöremeyiz. Kur’ân bizi bundan men eder: “Adalet üzere olun ve Allah için şâhitlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahitlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir.” (Nisâ Sûresi, 135.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*