Hukuk olmadan eğitim de olmaz, hürriyet de

Bediüzzaman’ın yanına gelen lise talebelerinin “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” demeleri ile bağlantılı sorular bitecek gibi değil.

Medeniyetin belirleyici bir unsuru olması sebebiyle “Eğitim insanı ve toplumu nasıl ve ne şekilde etkiler?” sorusu önemlidir. “Devletin sistemleştirdiği eğitim aile kültürünü nasıl değiştirebilir ya da geliştirebilir” de buna bağlı bir sorudur.

Yani siz sermayeyi ve rantı elde etseniz, buradan, evet yüksek kültür çıkabilir. Zenginleşme ile önce geliri toprağa, sonra paraya, sonra da eğitime ve yüksek san’ata yatırır. Bu da birkaç nesil ister. Bunun dışında kültürel bir değişim üretmek neredeyse imkânsızdır.

Önemli bir nokta var: Çok değerli olduğunu düşündüğünüz mevcut kültürü sabitlemek isterseniz zaman ve gelecek red cevabı verecektir. Diğer taraftan; İnsanları kültürlerinden bir anda tamamen koparamazsınız. Bunu eğitimde de zorlarsanız yine red cevabı alırsınız. Her iki durumda uygulama için gerekli baskı ve baskılama eğitimin lâzımı olan disiplin mekanizmalarını bozar; anarşi ve bedeviyette karar kılar. Türkiye’de bunun iki örneği de yaşanmıştır.

Bediüzzaman’ın bizi vahşet ve bedevîyette bırakan üç düşman olarak zikrettiği cehalet, zaruret ve ihtilâfa karşı medeniyet kurucularının elde etmek zorunda oldukları san’at, marifet ve ittifak üçlüsü şahsî ve toplum gelişimi ve çözümünün, inşa’sının parçaları olarak birbirlerini tetikleyerek bütünleşmek zorundadır. Yani sıralama: san’at (sanâyileşme ile başlayarak kendine özel yeni san’at ve meslekler), eğitim (marifet, fenle dinin mezcini ifade eder) ve ittifak (kollektif iş yapma yeteneği). Başlangıç ve sonuçta bu şekilde yüksek san’ata ulaşmak (me- hasin-i medeniyet)…

Selçuk Şirin “Yol Ayrımındaki Türkiye” ve “Bir Türkiye Hayali”nde eğitim ilişkileri üzerinde veri analizi yaparak ileriye yönelik tasavvurlar ortaya çıkarıyor. Buna göre, bir ülkede kişi başı gelirler artarken ev sahipliği talebi azalıyor. Yani fakir ülkeler varını yoğunu betona gömüyor. Zenginleştikçe bu istek azalmaya başlıyor. O halde zengin ülkeler yatırımı eğitim ve san’ata yapmaya başlıyor. Araştırma ve geliştirme alanı bu sebeple zenginliğin göstergesi olarak kabul edilebilir. Şirin de “Eğitim ve Arge olmadan kalkınmayı unutun!” diyor. Bunun için Finlandiya örneğini veriyor. O halde kritik nokta nedir?

Şirin’in bulduğu cevap hukuk sisteminde! Hukukun üstünlüğü olan ülkede yurttaşlar birikimlerini tapu güvencesine hapsetmek zorunda değil; çünkü bu ülkelerde devlet ekonomik alana müdahale etmiyor. Elbette Şirin’in söylediği sadece ekonomik alanda değil kişinin hayat tarzında da etkili oluyor. Meselâ, Türkiye olarak polis sayısında Avrupa’da çok önlerdeyiz. Soruşturma sayısında da.. ancak bunlara karşılık hâkim-savcı oranında çok düşük seviyelerdeyiz. O halde hayatını “emniyet”te görmeyen kişiden yüksek bir gelecek beklemek de zorlaşıyor. Zira emniyet olmadan hürriyet de olmaz. Eğitim de.. Gelecek de.. O halde Bediüzzaman’ın dediği gibi emniyetin kaynağına ulaşmak gerek: “Zira yemin-i yümn-ü imandır, verir emn-ü eman ü emniyeti enama” (Şuâlar)

Zenginleşmenin eğitime kaynak üretebilmesi için adalet mekanizması doğru çalışabilmeli. Adalet için de emniyet. Emniyeti sağlayacak ahlâk ve değerlerin kaynağı şu halde iman ile dinin günlük pratiklerinde bulunur. Bunun da kaynağı edebtir. Edebin de kaynağı Sünnet-i Seniyyedir.

Bir araştırmada Türkiye’deki ahlâkî yargıların ABD, Brezilya, Filipinler ve Japonya gibi kültürlerdekinden çok farklı olarak.. biz kutsal değerler üzerinden iyi ya da kötü diyoruz. Onlarda daha çok şahsî etik ön planda… Aynı araştırmada; Türkiye içinde de İslâmî kesim kutsal üzerinden bakarken, Kemalist kesim kutsala vurgunun yanında toplum düzenine daha fazla yaslanıyor. Her iki grup dışında olanlarsa şahsî etik değerlere bağlı kalıyor. Her durumda bu vatanda kutsal değerlerin şahsî ve toplumun belirleyiciliği öne çıkıyor.

Bediüzzaman bunu “marifet”le medeniyete dönüştürmeyi mümkün görüyor: “Nihayette fen ile dinin imtizacındaki asıl gaye şudur: İnsaniyet-i suğra denilen mehasin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Gö- rülmüyor mu ki: Telâhuktan neş’et eden tenevvür-ü efkâr ile toprağa benzeyen evham ve hayalâtı hakaik-i İslâmiyenin omuzu üzerinden hafifleştirmiştir. Bu hal gösteriyor ki: Nücum-u sema-yı hidayet olan o hakaik tamamen inkişaf ve tele’lü’ ve lem’a-nisar olacaktır.” (Muhakemat)

Selçuk Şirin’in önemli bir tesbiti de “şûra” ile ilgili.. “Gerçek manada ‘millî’ yani milletin her kesiminin katıldığı bir ortak eğitim yol haritası belirleyelim” diyerek “şûrâ geleneğinin” marifet bahtını açacak anahtar olduğunu vurgulamış oluyor. Bu aşamada farklı teorilerin deneme ve uygulama gereği “model okullar” ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Türkiye’de Bediüzzaman’ın akıl ile kalp; fen ile din mezcini sağlayacak okulları; bunlar pekâlâ “imam hatip okulları”yla ilişkili düşünülebilir. Bu öğrenciler hem ahlâk hem de “marifet” olarak topluma önemli katkılar verebilirler. Şirin’in “proje okul”larla ilgili şu genel uyarısı da şüphesiz dikkate alınmalıdır: “… başarılı bir reformun ilk adımı bütün bileşenlerle açık bir diyalog ortamında sorunları ve çözümleri masaya yatırmaktır”.

Bediüzzaman’ın Medresetü’z Zehra projesinde izlediği yoldaki gibi: Projeni hazırla!; projeni sun!; projene destek al!; projeni uygula!; sonuçları sun!; yeni değerlendirme için toplan!.. Bütün bunların üzerinde teorinin doğrularını doğru bir şekilde anlatan bir kaynağa sahip ol!

Bediüzzaman’ın projesinin Risale-i Nur sayesinde tazeliğini ve güncelliğini koruması bu sayededir. Onu Descartes’le kıyaslamaya vesile olan da buradaki teorik ve pratik gücüdür.

Caner Kutlu

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*