Hükümete düşen…

Mevcut hükümetin son zamanlarda ilgilendiği konulara bakılırsa, güya korumaya çalıştığı tekelleştirmeye çalıştığı Risale-i Nur eserlerinin muhtevası ile taban tabana çeliştiği anlaşılıyor.

Risale-i Nur siyaset üstüdür. Dolayısıyla siyasete düşen belki ona hizmet etmektir. Onu kendine alet etmek değildir. Ona hizmet ise, sadece benim tekelimde olacak mantığı içerisinde olamaz. Böyle bir tutum, güneşi sahiplenmek gibi olur, gülünç olur.

Risale-i Nurlar, cumhuriyet tarihi boyunca rüştünü ispat etmiş, binlerce mahkemelerden geçmiş ve milyonların kalbine girmiş bir Kur’ân tefsiridir. Dolayısıyla onunla ilgili adım atarken, elbette biraz daha ince eleyip sık dokumak lâzımdır. O herhangi bir eser gibi değildir. Onu inhisar altına almak, devletleştirmek ters tepecek bir oyundur.

Hep söylenir ya, ‘devlet kendi işine, din kendi işine’ baksın diye. Bu zaten savunulagelen laikliğin de bir gereği değil mi? Yani devlet din işlerine, cemaat işlerine karışıyorsa, o zaman laiklik prensibini çiğnemiş olmakta değil midir? Risale-i Nur eserleri, yayınevleri tarafından yüz günü aşkın bir zamandır bandrol engeline takılıp, basılamıyor.

Bu, hükümetin dine, cemaatlere açıktan müdahalesi anlamına geliyor. On yıllardır bu ülkede Risale-i Nurlar basılıp, dağıtılıyor. Hatta yasak dönemlerde bile insanlar, evlerinde, el yazılarıyla, teksirlerle çoğalttılar ve neşir engelinin önüne geçtiler. Yani yasak dönemlerde bile neşir engellenememiş ve Risale-i Nurlar yayılmaya devam etmiştir. 2014’lü yıllara gelindiğinde ise, Kültür Bakanlığı Risale-i Nurları yeni fark etmiş gibi, devreye giriyor ve bandrol engeli getiriyor.

Elbette bu adımı bir sol parti atsaydı, Türkiye ayağa kalkardı. Bütün cemaatler ‘Neler oluyor?’ diyerek bir varlık gösterirlerdi. Ama öyle olmadı, hükümet, nurların neşrini ince bir hesap içinde engelliyor ve hatta Nur cemaatlerinden bazı guruplara da (Medreset’ü’z-Zehra Üniversitesi gibi) değişik vaadlerle onları yanlarına alarak taraftar haline getiriyor.

Ama ortada bir vakıa var ki, yüz gündür Risale-i Nur eserleri yayınevleri tarafından basılamıyor. Bu vebal bu hükümete yeter. Bu vebal sebep olanlara da yeter. Bu eserlerin tarihi boyunca olmamış bir şey şimdi bu hükümet eliyle yapılıyor.

Elbette bu eserler bu günlere gelinceye kadar pek çok ciddî badirelerden geçti. Şimdi ise, bazıları için, ‘Bakın devlet Risale-i Nurlara sahip çıkıyor’ gibi çocuk sevindirici cümlelerle hükümet apaçık Risale-i Nurların neşrine mani oluyor ve ileriye dönük de ciddî bir vebalin altına imza atıyor.

Bu vebalden, ne bu işe bir şekilde taraf olmuş Nur ilgilileri, ne de hükümet yetkilileri kendilerini kurtaramayacaklardır.

Oysa bakın Said Nursî’nin hükümete tavsiyesi çok açık: “Hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu Kur’ân lemeâtlarına ve Kur’ân dellâlı olan Risâle-i Nur’a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin.” (On Üçüncü Söz.)

Diyorlar ki, işte bu ‘terviç’ ve ‘neşri’ devlet yapacak. Risale-i Nurları devlet bassın, neşretsin, ders kitabı haline getirsin, ama lütfen bunu Nurları devletleştirmeden yapsın. Nurlar ebedî bir ışıktır. Siyaset gibi dünyevî, gelip geçici, fani işlere alet edilmemelidir.

Bu güne kadar devletle yakın olan özel, siyasî, ticarî hesaplar içinde olmuş hangi gurup fayda gördü. Hepsi bir müddet sonra pörsüdü gitti. Onun için Risale-i Nurların böyle bir ‘sahiplenilmeye’ ihtiyacı yok. Belki devletin Risale-i Nurları sahiplenmeye ihtiyacı var.

Bunun da, tekelleştirerek değil, daha çok ellerle neşrine, hakikatlerinin paylaşılmasına katkı şeklinde olması lâzım. Çünkü Risale-i Nur bu asrın bir Kur’ân projesidir. Ona başvurulmadan atılacak adımlar hedefini bulamayacaktır. Ondaki hakikatler ele alınmadan gerçekleştirilmek istenen sosyal projeler iflâs edecektir.
Böylece devlet zaman kaybedecektir.

Nurlar, hükümetlere, guruplara, şahıslara bağlı değildir. O, arş-ı alâya bağlıdır. Dolayısıyla bütün siyasetler sönse de o yine parlamaya devam edecektir. Siyasetin ona hizmet etmesi, kendi menfaatinedir. Yoksa hiçbir siyasetin onun neşrine ve yayılmasına engel olmak haddi ve hakkı değildir.

Nurların neşrine bilerek veya bilmeyerek mani olmak demek, dünyada da ahirette de merhamete lâyık olmadan, kahrolmak anlamına gelecektir.

Zarar yine kendilerine olacaktır, Nurlar değil. Çünkü Nur, Nurdur. Şartlar ne olursa olsun; Nur, Nurdur, parlar.

Risale-i Nurların her zaman alnı açıktır. Risale-i Nurlara göre adım atanların yüzleri apaydınlıktır. Yüzü kararanlar ise dün olduğu gibi bu günde şartlara göre, siyasî arenaya göre, etkili makamların tekliflerine göre adım atanların, karar verenlerin ve rıza gösterenlerin ve tabiî ki, münafıkane bir ince siyaset uygulayarak Nur’a engel oluşturmaya çalışanlar olacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*