Hürriyet hakkında bir hata ve telâfisi

Risalelerdeki hürriyet bahislerinin okunduğu yerlerde, konu hakkında izahlar yapılırken, Üstadın söylemediği bir bilgi de nakledilir.

Bu bilgi aslında tam doğru değildir ve bilenleri bilir. Bu yanlış bilgi sanki Üstada aitmiş gibi zikredildiği için de dışarıdan dinleyiciler Üstad’ın bilgisi ve Risalelerin ilmî derinliği hakkında yanlış bir kanaate sahip olur.

Bu tür hataları yaygınlaşmadan gidermek ve yapanları da ikaz etmek lâzımdır ki hatalar tekrarlarla artmasın.

Risalelerdeki cümleler şunlardır:

“Hürriyet odur ki; ne nefsine, ne de gayriye zararı dokunmasın”.

“Hürriyet-i mutlâka (sınırsız özgürlük) ise, vahşet-i mutlakadır (tam bir vahşiliktir), belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet (özgürlüğün sınırlanması) dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir (insanlığın gereğidir).”

Bu cümleleri izah sadedinde şu mealde şeyler söylenir:

“İslâm’ın hürriyet anlayışında kişinin sadece başkalarının haklarına zarar vermemesi yetmez. Kişinin kendi kendisine zarar vermesi de yasaklanmıştır. Batının hürriyet anlayışı ise ‘başkasına zarar vermedikten sonra dilediğini yap’ şeklindedir. Oysa kişinin kendisine zarar vermesi de engellenmelidir ve fakat Batı ve bizim Batıdan aldığımız Kanunlarımız bu engeli koymamaktadır.”

Bu cümleleri duyan ve meselâ Türk, İsviçre ya da Alman Medeni Hukukunu bilen bir kişi, içinden, “bu Nurcular Batıyı çok yanlış biliyorlar” diyecektir.

Zira Türk Medeni Kanunu’nun 405-407. maddeleri arasında konu düzenlenmiş ve kişiyi kendisinden koruma (kanunî kısıtlama) sebepleri şöyle sayılmıştır:

– Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı

– Savurganlık

– Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı

– Kötü yaşama tarzı

– Kötü yönetim

– Özgürlüğü bağlayıcı ceza.

Yine Türk Medeni Kanunu’na da kaynaklık etmiş olan İsviçre Medeni Kanunu’nda ve başka birçok ülkenin kanunlarında kişiyi kendisinden koruyacak düzenlemeler vardır.

Üstelik “başkasına zarar vermedikten sonra dilediğini yap” ya da “kendi kendine dilediğin gibi zarar verebilirsin” diyen bir hukuk düzeninin varlığı da bilinmemektedir. Ötenaziye sınırlı hallerde izin veren ülkeler dahil.

Diğer ifadeyle yine Risalelerde “sefih mahcurdur” kaidesi olarak zikredilen ve Mecelle’de de yer alan kural en azından çağımızda evrensel bir ilke durumundadır.

(Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler Elif Aydın Özdemir’in “19.12.2008 Tarihli İsviçre Medeni Kanunu Değişikliği İle Karşılaştırmalı Olarak Türk Medeni Kanunu’nda Koruma Amacıyla Özgürlüğün Kısıtlanması Düzenlemesi” başlıklı makalesine

http://hukuk.deu.edu.tr/dosyalar/dergiler/dergimiz-15-2/elifaydinozdemir.pdf adresinden ulaşabilirler.)

Özetle “hürriyet kendi kendisine zarar verme özgürlüğü değildir” kuralı Batı hukuklarında da, az-çok, şöyle ya da böyle geçerlidir. Bunu Bediüzzaman Hazretleri’nin de bildiği, Münâzarât’taki şu sual-cevaptan da anlaşılmaktadır:

Sual: Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler (yanlış anlatmışlar). Hatta, adeta, “Hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez” diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?

Cevap: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilan ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar (saçmalıyorlar). Zira, nazenin (nazlı) hürriyet, adab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır (dinin emir ve yasaklarına uygun olmalıdır). Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır (baskısıdır), nefs-i emmareye esir olmaktır. Hürriyet, umum efradın (şahısların) zerrat-ı hürriyatının (parça parça hürriyetlerinin) muhassalıdır (özü ve özetidir). Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine (kendisine), ne gayriye (başkasına) zararı dokunmasın…

Sual: Bazı nâs (insanlar), senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı (fiilleri ve halleri) pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder…

Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat … Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi (sapkını) var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır (sefahate dalanlardır).”

İşte, hürriyetin rafızisi bizde olduğu gibi Batıda da var. Batıdaki Rafızilerin talep ettiği, “nefse esaret” manasındaki “sınırsız hürriyet”i Batının kanunları da reddediyor. Sınırın nerede olacağı yönünden ise Müslümanlar gibi onlar da İslâm’a muhtaçlar.

Diğer ifadeyle böyle ahlâksız bir hürriyetin olması için çalışanlar kadar olmaması için gayret edenler de vardır.

Elhasıl:

Batı hiçbir konuda yekvücut olmadığı gibi hürriyet anlayışı konusunda da tektip değildir. Öyle zannetmek bir yanılgıdır. Risaleleri izah ederken öyle olduğunu ifade etmek ise yanılgıyı Risalelere de aksettirmek olur.

O halde hürriyet anlayışı meselesinde doğru cümle şu olabilir:

Bizde de, Batıda da hürriyeti “sadece başkasına zarar vermemek” olarak anlamak isteyenler var ve olacak. Ama Müslümanlar Kur’ân’ın hürriyet anlayışını referans alarak bu yanlış fikirlerle mücadele ederken Batının olumlu kanunlarını da kendisine destek olarak gösterebilir ve göstermelidir. Zira Avrupa ikidir. Birinci Avrupa bizim fikrî müttefikimizdir. İkincisi ise bizim de birinci Avrupa’nın da düşmanıdır.

Nuri Mannas

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*