Hürriyet-i Nisvan ile Feminizm aynı şeyler mi?

Yazımızın başlığına dikkat ederseniz, ne denli netameli bir konuyu ele aldığımızı hissedebilirsiniz.

Bir yanıyla anne, kardeş, hala, teyze… Evliyseniz zevce, hanım kızınız, gelinleriniz ve yengeleriniz… Çepeçevre kadınla çevrildiğinizi hissettikçe, bu mevzuda fevkalâde dikkatlice yürümeye mecbur kaldığınızı hissedeceksiniz. Yani enfüsî daire dediğimiz şahsî dairede rahat olamadığımız gibi, dünya hâkimiyetini ele almak isteyen “ahir zamanın tahripkâr cereyanı da” kadın silâhı ile sınıfları, ülkeleri ve milletlerarası kuruluşları sıkıştırdığından, efkâr-ı ammede de büyük baskılar altında bırakıldığımız bir konuda yazmanın zorluğunu taarif etmeye çalışıyoruz.

Türkiye siyasal İslâmının, Müslüman kadının korunma hattını “feminizm“ lehine İstanbul kadın konferansında terk edip geriye çekildiğinde, çoklarımız ayıplamışlardı. Zira, Müslüman Türkiye’nin dindar Cumhurbaşkanının şemsiyesi altında “dünya Müslüman kadınları” buraya davet edilmişlerdi. Arkasından da hepimizin bildiği o meşhur İstanbul sözleşmesi… Ve daha sonra namlu “Hicazdaki Kadına” yönelmişti. Fakat Suudlu Prensi tenkit ve ayıplamada geri durmadı, İstanbul Sözleşmesini imzalayanlar. Bu projenin 19. yüzyılda Enternasyonal sosyalizm ile başladığını, ve 1920’lerden sonra Frankfurt Okulu ile sivilleştiğini ve 1980’lere doğru neocon-neoliberal ittifakının projeleriyle globalleştiğini tekrar hatırlatmada fayda mülâhaza ediyoruz.

“İfrat tefriti doğurur” bir kaidedir. Bir mesele yaratılışın dışına insanî müdahalelerle çıkarıldığında, ölçüler bozuluyor ve bozgunculara bahane olacak sebepler ortaya çıkıyor. Kadın meselesi de böyle değil mi? İnsanlığın fıtratı ders veren en büyük öğretmeni, Hz. Peygamber’in (asm) sünnet ölçüleri dışına çıkarılınca kadın, fıtrat ve semavi din düşmanları Avrupa ve Kuzey Amerika’da “Hürriyet-i nisvan” hareketini başlatmışlar. Hiçbir baba kızının mağduriyetine ve masumiyetine sessiz kalabilir mi? Hiçbir eş veya kardeş tepkisiz durabilir mi? Afrika’dan kadını köle olarak toplayanlar ile Avrupa-K. Amerika’da kadını fabrikalarda karın tokluğuna çalıştıranlar aynı değiller miydi? Avrupa sanayileşmesi ile köyden şehire olan göç, şehrin ihtiyaçları ve yine kadının mağduriyeti. Kadını mağduriyetten kurtarma iddiasındaki Marks ile Engels’in onu attığı Cehennemin ismi “Bolşevizm’di”. Her ne kadar Enternasyonalci sosyalistler St. Petersburg ihtilâline sahip çıkmazsalar da, 17 Ekim devriminin Marks ve Engels’i yaşattığını da itiraftan geri durmuyorlar. Zira deccaliyetin bu tahripkâr ideolojisi burada her türlü imkân ile sistemleşecekti. Yani, onlara göre kadın kapitalist canavarın pençesinden kurtarılmıştı, ama Sovyetlerin fabrika, tarla ve çiftliklerinde ırgatlaşacaktı. Ekonomik üretimdeki katkısından dolayı kadın, doğurduğu çocuğunu “bebek çiftliklerine” bırakacaktı. Tıpkı Angela Merkel ve Von den Leyen’in modernize ettikleri çocuk projelerinde olduğu gibi…

Bu tarihi girizgâhın mevzunun bütünlüğüne bizi ulaştıracağına inanıyoruz. Kadının fıtratını mübarek annelerimizle, sultan kızlarıyla ve mübarek hanım sahabeleriyle insanlığa ders veren güzeller güzelinin yaratılıştaki ölçüsü olan sünnetini kaybedince Müslümanlar, kadın mevzuunda neoliberallerin demokrasi maskesi altındaki “ifsat projelerine” adeta maskara olmaya başladılar. Hatta şeriatçılığı savunan ”siyasal İslâm”ın teşkilâtlanmalarına kadar bu maskaralık yansımaya başladı. Kimseyi üzmek istemediğimizden müşahhas örneklere girmek istemiyoruz. Fakat bu günlerde Alice Shwarzer’ın yerine yetiştirilmiş Kristina Lunz’dan, Enternasyonalcilerin Almanya düşmanı Rosa Luxsemburg adına kurdukları vakıf ve sol kadın hareketlerini organize eden LİSA’ya kadar yüzlerce kadın hareketleri pıtrak gibi birden bire tekrar sahne aldılar. Zamanlamayı da fazla merak etmişsinizdir. Yine Neoliberal-neocon ittifakının on yıllardır yetiştirdikleri Hint orjinli(?) Kamala Harris’in sahneye çıkarılışı ile birlikte medyada boy göstermelerini tesadüfi zannedenlerin, siyaset biliminden habersiz olduklarını da söyleyelim. Ahir zamanın hadiselerini şahsiyetlere ve müşahhas guruplara münhasır kabul edenler, deccaliyetin başladığı zamanlarla ulaştığı noktaları okuyamazlar. Bu dehşetli şahs-ı manevinin cemaatleşerek dinsiz ve ahlâk karşıtı ideolojisini elden ele, sınıftan sınıfa ve nesilden nesile nasıl aktardıklarını da öğrenemeyeceğinden, zamanımızın dar kalıpları arasında ve magazinleşen olayların dehşetli labirentlerinde hiçbir başarı elde etmeden ömrünü doldurur ve gider, bu diyardan…

Kadın meselesinin dört bir yanı netameli, dedim ya. Sokağa erkeklerin moral dünyasını bozguna uğratan bir kıyafetle çıkan tetikçi kadına, hangi babayiğit söz söyleyebiliyor ki… Fakat fıtratı can ü gönülden esas alanlar bu tuzaklardan korkmazlar. Önce kadınlarımızın imanlarına musallat oldular. Sonra onların hayâ perdelerini sinsice yırttılar. Ve karşımıza o mübarek ve masum varlık, bozularak çıkıverdi. Nikâhsız beraberliği savunarak anne-babaların dünyalarını tar ü mar etti. Yetmedi, hemcinslerin evliliğini savunacak sapkınlığa yönelttiler, ellerine geçirdikleri kadınları. Hayatta, kendisine yirmi üç defa zehir veren düşmanlarına bile beddua etmeyen bir Bediüzzaman’ın, bedduâsını alan dehşetli ifsat organizelerine dönüştüler, söz konusu kadın ve kadın düşmanları. Meselenin en acıklı yanı, bu tahrip projelerinin Batı üniversiteleriyle ortak çalışan ve İngilizce eğitim veren üniversitelerimizin sosyal laboratuvarlarında hazırlanmasıydı. Düne kadar cehaletle göklere çıkarılan Marksist Karl Popper’ın “AÇIK TOPLUM PROJESİ” şemsiyesi altında on milyarlarca doların “sivil-toplum” perdesine bürünmüş ifsat şebekelerine dağıtılmasıyla, paraya düşkün içimizdeki akılsızlarca uygulanmasıydı.

Fakat bu günlerde kadın düşmanları tedbir ve gizlenmeye artık ihtiyaç hissetmiyorlar. Bush’lardan bu yana ele geçirdikleri ABD Dışişleri ve Pentagon’dan bu savaşı resmen ilânın, Demokratların seçimi kazanmasına denk gelişi de bir tevafuk olsa gerek. Artık paraları vakıflar ve yapay dernekler üzerinden değil, Amerikan sefaretleri aracılığıyla dağıtacaklar. Demokrasi ve İnsan Haklarını iyileştirme perdesinde; eşcinselliği savunanlar, kürtajı yaygınlaştıranlar, nikâh ve aileyi kaldırmak isteyenler, sermayeyi ve hürriyetleri monopolleştirmek isteyenler, bilhassa Kuzey Amerika’dan gelecek paraları alıp rahatça kullanabilecekler.

Gördüğünüz gibi bu hamur, daha çok su götürecek. Fakat demokrasi kelimesinin Amerika’da bu defa demokratların eliyle kirletilmesine elimizden geldiği kadar engellemeye çalışacağız. Bu noktadan hareketle, kadın hak ve hürriyetlerini savunmaya çalışırken bu konuyu, yani hürriyet-i nisvanı asla feminizm ile karıştırmayacağız. Kadını adi menfaat, ideoloji, terör ve tahribatı için hareket geçen “feminizme” karşı bütün insanlığı uyanıklığa dâvetle vazifeli olduğumuzu unutmadan… Bu konuyu inşallah konuşmaya devam edeceğiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*