Hürriyet ve meşru yaşama hakkı

Habbe & Kubbe

Son dönem Osmanlı münevverlerini kendine âşık eden Sultan-ı Hürriyetin bir huyu vardır; Hürriyetin Yaratıcısından başkasına yapılan bütün kölelikleri yıkar, ortadan kaldırır. Buna nefse esaret de dâhildir. Başkasına tecavüz ve tahakküme cevaz vermemesi, bedelini almadan kimseye cemalini göstermemesi ve oldukça da “nazlanarak” gelmesi de huylarından bazılarıdır. Lakin teşrifi ile nasiplendirmediği toplumları cehaletin karanlığına terk edip, taassuba hapsetmesi ve ferdin teşebbüs gücü ile birlikte hayallerini de elinden alması ekmekten önce hürriyete mecbur etmiştir insanları…

İnsanlık tarihi hürriyeti fark edemeyenlerle dolu olduğu kadar, yanlış ‘tefsir’ edenlerle de lebalep maalesef. Avrupa, hürriyeti, islamdan (veda hutbesi) 600 sene daha geç (Magna Carta) keşfetmiş, üstelik semavi esaslarla terbiye etmediği için şeytan ve nefsin köleliğinden kurtulamamıştır. Oysa Avrupa’ya gerçek hürriyet ne kadar yakışırdı değil mi?

İblisi icraatların ahir zaman versiyonları olan müfsit aletleri kullanarak yapılan manipülasyonlar yüzünden, ‘hakiki hürriyet’ Avrupa’ya bir türlü arz-ı endam edemiyor. Tıpkı istibdadı bilerek ve severek kovmayan, rey veren, alkışlayan âlem-i İslam’da olduğu gibi…

Alkol kullanmanın zararlarını fark etmek için gaybı bilmek gerekmiyor. Her dinden, her milletten ve meslekten olanlar, bağımlılık yapan bütün maddelerin (internet dâhil) kontrol altına alınması görüşünde. Yalnız hürriyeti yanlış tefsir edenler müstesna! Mesela Alman doktorlar birliği (BÄK) veya ‘Alm. Çocuklarda Bağımlılıkla Mücadele Vakfı’ gibi kuruluşlar ısrarla TV ve mecmualarda, spor alanları ve reklam panolarında alkollü içki reklamlarının (Türkiye’deki gibi) yasaklanmasını talep ediyorlar. Bu gibi ciddi kuruluşlar, her türlü yöntemin vazgeçiricilik açısından değerlendirilmesini talep ederken, bir takım önlemler paketi de elbette sunuyorlar. Birinci Avrupa’nın temsilcilerinden gelen bu teklifler, ne yazık ki politikacıların çekingenliğine kurban gidiyor. Kimse bunlara destek verip, “yasakçı parti” olarak algılanmak istemiyor! “Bireyin özgürlüğüne karışmama” prensibinden hareketle, şu hürriyetler ülkesi Almanya, otobanlarıyla hız limitini sonsuza çıkarırken, alkolün esaretinde kıvranıyor. Ve dedik ya, “hakiki hürriyet nazlıdır” diye… Demediğimiz şu ki, Bediüzzaman Hz.leri Münazarat’ta “Hürriyetin Rafızi’si süfehadır” derken, bu Rafızi türünün toplumların ‘saadet saray-ı medeniyetlerini’ çölleştirip, hukuki esarete, ahlaki esarete ve iktisadi esarete mahkum ettiklerini de anlatıyor. Evet, çölleştirip diyoruz, çünkü çöllerde ve vahşi dağlarda hürriyetin yarısı zaten mükemmelen yaşanıyor, masum hayvanlarca. Diğer yarısı insanlıktır, kâmil hürriyettir, insaniyet-i Kübra olan İslamiyet’in esasatıdır. ‘Demek imana ne kadar kuvvet verilse, hürriyet o derece kuvvet bulur.’

Üstat Bediüzzaman’ın “Hz. İsa’nın vekâletini üstlenen gizli devlet” olarak tarif ettiği Almanya, mutlak hürriyetin vahşet ve hayvanlık olabileceğini elbet bir gün öğrenecek. Her ne kadar alkolü hayatın bir parçası yapan kişi, birlikte yaşadığı insan ve diğer canlılara zarar vermeden idare edemese de, hürriyet yalnız ‘başkasına zararı dokunmadan yaşama sanatıdır’ desek eksik söylemiş oluruz. Vücudun nuru olan hayatına, hayatın ziyası olan şuuruna ve emanet-i kübrası olan maddi manevi varlığına zarar vermeden, hürriyetin engin ufuklarında seyahate muvaffak olan insanın dünyaya gelmesinin bir anlamı olabilir ancak. Asrın tefsirinde “meşru hürriyet” olarak anlam kazanan hürriyetin doğru tefsir edilmesi şahsiyet teşekkülü ve toplum başarısı açısından hayati önem taşır. Bu mana “bedeni hürriyetten” ziyade ruh ve vicdanın hürriyetle terakkisidir. Bazen beden hür zannedilebilir. Oysa bâtıni duygular esarettedir. İnsanı yürüyen robottan fark ettiren, evc-i kemalata yükselten, hürriyet kanatları değil midir?

Küresel düşünce sömürgecileri de diyebileceğimiz sermayeyi elinde tutan bir grup zındık, taharri-i hakikatin peşine düşeceklerin ellerine, şişeleri dolu halde servis ederek kafalarını ve ceplerini boşaltırken birkaç sene sonra da boş şişeleri çöplerden toplatarak insanlığı sadmeye uğratıyor. Eskiden sınıf mücadelesi verenler vardı. Hiç olmazsa Neoliberal azınlıkla mücadele ederek bazı haksızlıkları dillendiriyorlardı. Şimdi onları da devre dışı bırakıp yükselen değerlere tek başına sahipmiş gibi davrananlar karşılarında sadece hakiki hürriyeti düşman olarak görüyorlar. Efkâr-ı ammenin hâkim olduğu günümüzde insaniyet katillerine atom bombası kuvvetinde olan ‘Kuran’ın hürriyet yorumu’ ile cevap vermek nur fedailerine düşüyor. Bireye ve hatta devletlere mutlak hürriyetin zararlarını anlatacak, sistematik hürriyetin halkların hukuku noktasındaki dinamiklerini yerine yerleştirecek Bediüzzaman’dan başka kim olabilir ki? Amma yüksek davalar fedailer ister, bir omuz atalım inşallah.. 🙂

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. Tebrik ediyorum yazar hanım, gerçekten hürriyet konusunda tamamen özgün bir yaklaşımla gözümüzü yeni bakış açılarına açtınız. Ellerinize sağlık.

  2. Orjinal bir yaklaşım yakalamışsınız, Nuraycığım. Fert hürriyetinin yanlış kullanılmasıyla elbette toplumda da hastalıklar çoğalır. Birey hürriyetlerinin sosyal hürriyetlerimize zarar vermemesi istikametinde de yazsanız memnun olurum… Tebriklerimi ve başarı dileklerimi sunuyorum.

  3. Nuray Hanım, meşru yaşama haklarını kullanmak isteyenlerin hürriyet çığlığını da seslendirebilseniz, seviniriz. Allah’a emanet olunuz.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*