Hürriyeti ekmeğe tercih eden adam

Cenab-ı Hak insanı yaratırken insanın fıtratına birçok duygu yerleştirmiş, bu duygulara herhangi bir sınır koymamıştır.

İfrat, tefrit ve vasat dereceleri ile bu duyguları tasnif etmiş. Ayrıca Kur’ân ve şeriat ile bu duyguları terbiye edecek kurallar manzumesi vazetmiş ve insana cüz’î irade vererek bu kurallara uyup uymamakta serbest bırakmıştır. Cüz’î irade seçme hakkıdır. Bu hakkın insanlara verilmesinden itibaren hürriyet mücadelesi başlar. Çünkü insan bir tercih yapacaksa, bunu hiçbir baskı altında kalmadan yapmalı ki adı tercih olsun. İnsan dünyaya ilk adımını attığında hürriyet ile tanışır, hürriyet düşüncesi insanın vazgeçemeyeceği bir değer yargısı ve duruş tarzıdır. Bu nedenle hürriyet, akılla iradenin beraberce şekil kazanması olarak tanımlanabilir, hürriyet fıtrî bir duygudur yok edilemez.

İslâm dinine ait bazı ibadetlerin hürriyet ile çok yakın ilgisi vardır, adeta iç içe geçmiştir. Dinimize göre hürriyetine sahip olmayan Müslümana hac farz değildir. Yine aynı şekilde hür olmayan bir insan Cuma namazı ile mükellef olmaz. Yüce Allah hür olmayan kimseye bu iki ibadeti farz kılmamıştır. İnsanın bu ibadetlerle mükellef olabilmesi için esir veya köle olmaması, hür olması gerekir. İslâmiyet’in hürriyete ne kadar önem verdiği aşikârdır. Hürriyet İslâm dininin çok önemli bir hassasıdır.

Bütün peygamberler insanlığa rehber olmuşlar, ama insanları zorlamamışlar. Akla kapı açılmış, ama insanların ihtiyar ve iradeleri ellerinden alınmamış. Peygamberler Emr-i Dini tebliğ ederken karar insanların iradelerine bırakılmıştır, müceddidler de irşat için bu yola müracaat etmiş. Hatta Cenab-ı Hak “Kuşkusuz sen istediğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir.” (Kasas Sûresi 56.) âyeti ile peygamberimize (asm) bildirir. İnsanlar peygamberlerin yaptıkları tebligatlara hiçbir baskı altında kalmadankendi cüz’î iradeleri ile karar verirler. Peygamberlerin hayatlarında da görüldüğü gibi hürriyet; kişinin yapmak veya olmak istediği bir şey konusunda, maddî, manevî bir baskı veya kısıtlama altında olmadan hür iradesi ile kabul edip karar vermesidir.

Vücud için besinler ile hava, su ne kadar önemliyse duygular içinde de hürriyet o kadar önemlidir. Bediüzzaman hürriyet sevdalısıdır, hürriyet kahramanıdır. Bu sebeple bu asırda hürriyete çok değer vererek üst düzey bir anlam yükleyip, hürriyeti ekmeğe tercih etmiş ve bir kimlik kazandırmıştır.” En ziyade muhtaç olduğum ve hayatımda en esaslı düstur olan hürriyetimdir… Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” (Emirdağ Lâh.1 s.51) cümleleri Bediüzzaman’ın hürriyete yüklediği anlamı ortaya koyarak, hürriyetin sahip çıkılacak ve onun hayat için mükemmel bir cevher olduğunu nazara verir. Hürriyet hayatın motor ve dinamiğidir, hayatın her alanında kendisini hissettirir.

Hürriyet, herkesin istediğini yapabileceği veya bütün nefsanî arzu ve isteklerini yerine getirebileceği şeklinde anlaşılmamalı. Bu hayvanî tarzda mutlak bir hürriyettir. Kişi hürriyetini kullanırken başkalarına zarar vermemeye azamî hassasiyet göstermelidir. Çünkü verilen zarar kul hakkına girer, bu haktan kurtulmak için kişi ile bizzat helâlleşmek gerekir. Bir diğer yönden de kendi aza ve duygularına zarar vermemelidir. Yani hürriyetin kullanımında hem başkasına, hem de kendimize zarar vermemeliyiz. Bediüzzaman’ın tabiri ile “Hürriyet’in şe’ni odur ki; ne nefsine ne gayra zararı dokunmasın” (Münâzarât s. 55) Hürriyette esas alınması gereken ölçü budur. En kâmil manada hürriyeti Bediüzzaman bu şekilde tarif eder, aynı zamanda bu anlayışa riayet etmek insanî bir vecibedir. Ayrıca dinimize göre ferdin hem kendi hayatına, hem de başkasının hayatına kastetmeye hakkı yoktur, her ikisi de haram ve büyük günahtır.

Hürriyetin kâmil manada bulunduğu yerde kuvvet kanunda olur ve hukukun üstünlüğü hüküm ferma olur. Kişilerin hak ve hürriyetleri kanunla düzenlenir, güçlü olan değil, haklı olan güçlüdür. Bu alanın öncüleri Medine Sözleşmesi ve Magna Carta’ dır. Kanun hâkimiyetinin olmadığı yerde haklı olan değil, güçlü olan haklı olur. Bu hayvanlara mahsus bir vasıftır. İlkel toplumlarda, tek adam rejimlerinde ve aşiret kültürü ile yönetilen toplumlarda kanun hâkimiyeti olmadığı için güçlü olan haklı olur. Mağduriyetler had safhadadır. Kişi hak ve hürriyetlerinin tamamı rafa kaldırılmıştır, hürriyet diye bir olgudan bahsedilemez.

Kalkınma ve refah seviyesi hürriyetle alâkalıdır. Kalkınmanın itici gücü hürriyet veya herhangi bir şeyin baskısını hissetmeyen hür düşüncedir. Kalkınmış ve Gelişmiş ülkelere baktığımız zaman hürriyet normlarının ve insanların refah seviyelerinin çok yüksek olduğunu görürüz. Kalkınma için hür düşünce ve teşebbüs hürriyeti gerekli ve vazgeçilmez bir unsurdur. İnsan hakları ve hürriyetler açısından hür olmayan ülkeler için kalkınmış ülke denilemez.

Geçmişin demir perde ülkeleri buna iyi bir örnektir. Hürriyet insanın ve bir ülkenin zenginliğidir.

İlimdar KAYA

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*