Hüzün

Derin manâları ihtiva eden “hüzün”; yardan, sevgiliden, ciğerpâreden ayrılışın, insanın ruhunda aksetmesidir. Niye sonbahara “hazan” denmiştir? O da, aslında hüzün kelimesinden gelmektedir. Yazdan ayrılmak, kışa doğru gitmek. Yaprakların solup, sararıp dökülmesi gibi şeyleri hatıra getirir hazan mevsimi.

Hüzünde, göz ağlar, kalp ağlar, lâtifeler ağlar. En büyük hüznü tadan, başta Peygamberler (as) olmak üzere, büyük zatlardır. Yakub aleyhisselâm’a, oğlu Yusuf aleyhisselâm’dan ayrılınca “innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâh” yani, “ben kederimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ederim (şikâyet ederim).” sözünü dedirten hakikattir hüzün.

Daha dünyaya teşrif etmeden önce babası ölüp yetim, küçük yaşta da annesi  ölerek öksüz kalan Peygamberimizin (asm), ömrü boyunca birçok hüzün yaşadığı ve hatta yakın tarihlerde iki oğlu, daha sonra da, en çok sevdiği iki yakını; amcası Ebu Talib ve hanımı Hz. Hatice Validemizin vefatı ile büyük acılarından dolayı “hüzün yılları” diye bahsedilen o hüznü anlamak, ancak hüznü yaşayana mahsustur.

Bir çok büyük zatların da hüznü yaşadığını ifade ettik. İşte bunların en büyüğü ve en büyük hüznü yaşayanı Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri. Anadan, babadan, diyardan, serden, vatandan ayrı, garib bırakılması çekilecek bir acı değildir. “Eğer dostlardan ayrılık olmasaydı, ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı ki gelip alsın.” diyerek kendini teselli eden ve bizlere de teselli veren Üstadımızın yaşadıkları müfârakatları, hüzünleri biz yaşasaydık her halde, bırakın  dayanmayı, yaşayamazdık bile.

Dört aya yakındır yanımda kalan 95 yaşındaki babamın, biraz da Ankara’da bulunan kardeşlerimin yanına gidip, onlara da “babaya bakmanın sevabını” dağıtmak için bizden ayrılması, beni pek büyük bir hüzne boğdu. Yirmi yedi sene evvel rahmet-i rahmana tevdi ettiğim annemin vefatı, bir de babamın böyle gidişi beni çok üzdü, hüzne boğdu, bana çok dokundu. Onu arabayla götürmek için, hane halkımız da beraber Ankara’ya gitmişlerdi. Ben akşam eve girince, sessiz bir hüzne gark oldum. Evde selâm verip elini öperek “ben geldim,”  onun da, yüzündeki tebessüm halleriyle “hoş geldin” deyişini aradım. Ama yoktu işte, gitmişti. Hırkasını giydireyim dedim, fakat evde, ne hırka vardı, ne de baba.

Evet, hüzün, üzülen içindir, hissiyat sahipleri üzülür. Rabbimiz bizleri, rahmet ve merhametinden mahrum kalıp da, hüzne düşenlerden eylemesin inşâallah!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*