Hz. Hacer (?-?)

İsmail Aleyhisselâm’ın annesi ve Hazreti İbrahim Aleyhisselâmın eşi olan Hacer hakkındaki bilgiler daha çok kutsal kitaplara dayanmakta ve özellikle Tevrat’ta yer almaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de ise Hacer ismi geçmemektedir. Hacer ile ilgili bilgiler, daha çok Hazreti İbrahim ile evlenmesinden sonraya ait olduğundan, önceki hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Daha önce Firavun’un cariyesi olduğu nakledilmektedir.

Hazreti İbrahim’in dâvetine icabet etmeyen ve kendisini ateşe atan Nemrud’un kavmi ile birlikte helâk edilmesinden sonra, Peygamber ve eşi Sare kendilerine tabi olan az sayıdaki mü’min kafilesiyle yola çıkmış, bazı bölgeleri geçtikten sonra Mısır’a gitmişlerdir. Ancak burada da zulmüyle meşhur Firavun hüküm sürmektedir. Firavun, Hazreti İbrahim ve yanında güzelliği ile meşhur hanımı Sare’nin olduğunu haber alır almaz Sare’yi sarayına aldırmış ve haremine almak istemiştir. Ancak, Cenâb-ı Hak tarafından korunan Sare’ye hiçbir şey yapamamış ve kendisini serbest bırakmak zorunda kalmıştır. Firavun, Hacer’i sarayına aldırdığı sırada, Hazreti İbrahim’e bazı hediyelerle birlikte Hacer’i de göndermiştir.

Mısır’ın da pek güvenli olmaması ve umduklarını bulamamaları üzerine Hazreti İbrahim buradan da ayrılarak Şam’a gitmiştir. Artık bundan sonra Hacer de kendileriyle birlikte yaşamaya başlamıştır.

Hazreti İbrahim ve Sare’nin uzun süren evlilikleri boyunca çocukları olmamış ve giderek yaşlanmaya başlamışlardır. İkisi de evlât hasretiyle yanmış ve bu nimetten mahrum yaşamışlardır. Özellikle Hazreti İbrahim Cenâb-ı Hakka sürekli yalvararak evlât vermesi için duâ etmiştir. Eşinin evlât hasreti çekmesine dayanamayan Sare, Mısır’dan getirdikleri ve Hazreti İbrahim’in hizmetkârları olan Hacer’le evlenmesine izin vermiş ve böylece nispeten evât hasretinş giderebileceğini ummuştur.

Hacer, Hazreti İbrahim ile evlendikten sonra, Cenâb-ı Hak onlara Hazreti İsmail’i ihsan etmiştir. Ancak yıllarca evlât hasretiyle yanıp tutuşan Sare, Hacer’i kıskanmaya ve çekememeye başlamıştır. Hazreti İbrahim’e bir evlât verememiş olması kendisini son derece üzmektedir. Hacer’i uzaklaştırmanın yollarını aramaya başlamıştır. Nihayet Hazreti İbrahim’den onları başka bir yere götürmesini istemiştir. Hazreti İbrahim bir süre tereddüt geçirmiş, ancak Cenâb-ı Hak da vahiy yoluyla izin verince Hacer ve oğlu İsmail’i alan Hazreti İbrahim, eşi ve çocuğunu Mekke yakınlarına götürmüştür. Onları Kâbe’nin bulunduğu yere, Zemzem kuyusunun yakınındaki bir ağacın yanına bırakmıştır. Issız yerde, bir miktar su ve biraz hurma bırakarak yanlarından ayrılmıştır.

Hacer, Hazreti İbrahim’e; kendilerini hiçbir ekinin bitmediği, kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin diye sordu. İbrahim Aleyhisselâm da, kendilerini bırakmak zorunda olduğunu ve bunda Cenâb-ı Hakkın da rızasının bulunduğunu kendisine bildirmesi üzerine, Hacer de rahatladı.

Eşi ve çocuğunu bu ıssız ve kimsesiz yerde bırakmak zorunda kalan Hazreti İbrahim’e, bu durum çok zor gelmekteydi. Biraz yürüdükten sonra, Kâbe tarafına dönüp Cenâb-ı Hakka; “Ya Rabbi! Burayı, bu ziraatsız kurak Mekke beldesini âfetlerden ve düşmanlardan emin eyle. Emniyetli bir belde kıl ve evlâtlarımı putlara tapmaktan uzak eyle… İsmail’i ve ondan vücuda gelecek olan evlâtlarımı, bu ekinsiz ve otsuz vadide, sadece Sana ibadet etsinler ve bu beldeler Sana hamd ve ubudiyette bulunanlarla şenlensin diye yerleştirdim…!” (Bünyamin Ateş, Peygamberler Tarihi, Yeni Asya Neşriyat, 1993, s. 249) “Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, Senin hürmetli beytinin (Kâbe’nin) yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim. Namazlarını beytinin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye, ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü’min olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler” (İbrahim 37) niyazında bulundu ve onları Allah’a emanet etti.

Hacer, oğlu İsmail ile birlikte ıssız Mekke vadisinde yalnız kaldı. Bir süre sonra Hazreti İbrahim’in bırakmış olduğu az miktardaki su ve yiyecekleri tükendi. Anne, oğlunun susuzluktan öleceği endişesine kapıldı. Çaresizlik içinde Safa ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip geldi ancak, suyu bulamadı. Yalnızların ve kimsesizlerin koruyucusu ve rahmet sahibi Cenâb-ı Hakkın inayetiyle, küçük İsmail’in bulunduğu yerden zemzem suyu fışkırmaya başladı. Hacer, Cenâb-ı Hakka şükretti. Suyun fışkırdığını görünce, “zem, zem” yani Mısır diliyle “dur, dur” demeye başladı. Peygamber Efendimiz (asm), “Allah İsmail’in annesine rahmet etsin. Eğer suyun önünü kapamasaydı zemzem akıp giden bir ırmak olurdu” diye buyurmuştur. Hacer’in su bulmak ümidiyle Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmesi ise, Haccın esasları arasına girdi.

Hacer ve İsmail dışında kimsenin olmadığı ıssız Kâbe vadisi, Hazreti İbrahim’in duâsı ve Cenâb-ı Hakkın inayetiyle emin bir yer oldu. Öyle ki, aralarında kan dâvâları eksik olmayan Arap kabile mensupları, Mekke arazisinde düşmanlarıyla karşılaşsalar birbirlerine silâh çekmez ve birbirlerine zarar vermezlerdi. Bir süre sonra ıssız olan bölgeye insanlar gelip yerleşmeye başladılar. Hacer’e suyunu vermesi karşılığında kendileri de süt vermeyi taahhüt ettiler. İnsanların yerleşmeye başlamasıyla birlikte vadi başka bir hal almaya başladı.

Risâle-i Nur’da, Hacer’in ismi zikredilmekte ve Tevrat’ta geçen bir âyete yer verilmektedir; “Hazret-i İsmail’in validesi olan Hâcer, evlât sahibesi olacak. Ve onun evlâdından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşû ve itaatle ona açılacak.” (Mektubat, 1997, s. 166)

İbrahim Aleyhisselâm ara sıra yanlarına gelerek oğlu ve hanımını ziyaret ederdi. İsmail büyüdü ve annesine bakmaya başladı. Babası kendisini kurban etmek isteyince, iblis kendisini kandırmaya çalıştığı gibi, annesini de kandırmaya ve şefkat duygusunu tahrik etmeye çalıştı. Hacer ise, durumu tevekkülle karşılayarak şeytanın oyununa gelmedi. Yaşadığı Mekke ve çevresinin imarına vesile oldu. Burada vefat ettiğinde doksan yaşında idi.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Eşi ve çocuğunu[b] bu ıssız ve kimsesiz [/b] yerde bırakmak zorunda kalan Hazreti İbrahim’e, bu durum çok zor gelmekteydi. Biraz yürüdükten sonra, [b]Kâbe tarafına dönüp [/b] Cenâb-ı Hakka; “Ya Rabbi! Burayı, bu ziraatsız kurak Mekke beldesini âfetlerden ve düşmanlardan emin eyle.

    “Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, [b]Senin hürmetli beytinin (Kâbe’nin) yanında[/b], ekinsiz bir vadide yerleştirdim. Namazlarını beytinin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye,

    Sayın yetkililer
    burada ifade edilen ıssız yer ve beytinin yanında ifadeleri arasında bir zaman farklılığı varmıdır. Varsa bunu nasıl anlıyoruz.
    Beni e-mail yolu ile aydınlatırmısınız.
    Teşekkür ederim.b836e

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*