İbadet dilini bozma plânları

Osmanlıca ile birlikte Kur’ân harflerinin de yasaklanmasının ardından, sıra Muhammedî Ezanın yasaklanmasına gelmişti.

Dünyada ve insanlık tarihinde ikinci bir örneği bulunmayan bu yasaklama plânı, 1932 yılı başlarından itibaren tatbik sahasına konuldu.

Devrin hükümeti ve muktedirleri, bu işe çok hevesli ve dünden razı oldukları içindir ki, halka ve mü’minlere hiç sormadan, yani muhatap kitleye hiç danışma gereğini dahi duymadan, şarkı okuma türünden bir Türkçe Ezan, Türkçe Kur’ân okutma furyasını başlattılar.

Bu işi yapanların ilham kaynağı Ziya Gökalp’tı. Kaderi inkâr ile kafasına kurşun sıkan Gökalp, bu milletin ne şekilde ibadet etmesi gerektiğine dair tâ yıllar öncesinden şu telkinlerde bulunmuştu:

Bir ülke ki, camiinde Türkçe Ezan okunur,
Köylü anlar mânâsını namazdaki duânın.
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’ân okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ’nın.
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın.

Acaba “namazda gözü olmayan” böyle bir şahsın, kulağının Ezanda yahut Kur’ân’da olması hiç mümkün mü? Kaldı ki, Gökalp’in ilham kaynağı ve akıl hocası da Doktor Duzi (1820-1883) isimli ateist ve İslâmiyet düşmanı bir Garplı filozoftur.

İşte, 1930’lar Türkiye’sinin idarecileri tarafından örnek alınan şahıslar ve esas alınan fikirler, bu canipten idi.

Bu sebeple de, gözü kara gidiyorlardı.

Bunlar, bir taraftan “Din, devlet işlerine karıştırılmamalı” diye ahkâm keserken, bir taraftan da dine ait her meseleye devletin karışmasını, müdahale etmesini teşvik ediyorlardı.

İşte, Kur’ân ile Ezan’ın 1350 yıldır okunan orijinal haline yapılan müdahale de, bu neviden bir uygulamaydı.

Kànundan evvel prova yapılıyor

Kur’ân’ın orijinalini terk ile onun yerine Türkçe tercümesini okutmanın ilk denemesi 22 Ocak 1932’de İstanbul Yerebatan Camiinde yapıldı.

Bu “içten bozma” operasyonu için kullanılan ilk kurban kişi ise, Hafız Yaşar (Okur) oldu. (23 Ocak 1932 tarihli Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleri.)

Bir sonraki adım, Sultanahmet Camiinde atıldı. Burada biraraya getirtilen sekiz hafıza Kur’ân’ın Türkçe tercümesi okutturuldu.

Hemen aynı gün yahut bir gün sonra (29-30 Ocak 1932) ise, bu kez Fatih Camii’nde ilk Türkçe Ezan okutturuldu. Okuyan kişinin ismi Hafız Rıfat. (Agg)

Ne aciptir ki, bütün bu gelişmeler mübarek Ramazan ayında yaşandı.

Zira, 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesinde de, Ayasofya Camii’nde tamamı Türkçe olmak üzere ezan, Kur’ân, tekbir ve kamet okutturuldu.

Belli ki, vazifelendirilmiş bulunan bir dehşetli komita, bütün bu yapılanları adım adım takip ediyordu.

Dolayısıyla, önceden hazırlanmış bulunan plânlar, bir bir tatbik sahasına konuluyordu.

Yaşanan bütün bu tatbikattan sonra, nihayet Diyanet İşleri Riyaseti (Başkanlığı) tarafından da ezanın Türkçe okunmasına karar verildi.

Bu maksatla hazırlanan genelge, 18 Temmuz 1932 tarihinde yayınlanarak halka duyurulmuş oldu.

Bu tarihi takip eden günlerde, yurdun her yerindeki ilgili müdürlüklere Türkçe ezan metni gönderildi.

4 Şubat 1933’te ise, müftülüklere ezanın bundan böyle mutlaka Türkçe okuması, buna uymayanların kati ve şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını bildiren yeni bir tamim gönderildi.

Müftülük ve Evkaf Müdürlükleri gibi  resmî dairelere gönderilen Türkçe Ezan metni şu şekilde tanzim edildi:

Tanrı uludur, Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı’nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin namaza
Haydin felâha (kurtuluşa), haydin felâha
(Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.

Evet, işte 18 yıl müddetle devam eden ve nihayet 16 Haziran 1950 tarihine kadar mecburiyet tahtında okutturulan o ruhsuz, feyizden uzak şarkının sözleri böyle idi.

Bu ruhsuz ve kasavet verici şarkıyı okumak istemeyenler, olabildiğince bir gizlilik hali içinde Ezan-ı Muhammedî’yi okumaya devam etti.

Ne var ki, zamanla gizli ezan ve kàmet okunmasına dahi müdahale edilmesi cihetine gidildi. Meselâ, cami içinde önceden ajan, yahut jandarma sokup gizlemek ve ihbar etmek sûretiyle…

Belli, ya da meçhûl kişilerce yapılan şikâyet ve ihbarlara itibar edilerek, ne yazık ki gizli ezan okuyanlar hakkında takibat yapıldı, tahkikat açıldı. Pekçok mazlûm evlerinden, yahut camilerden toplanarak karakollara, ardından hapishanelere sevk edildi. (Haşiye)

Yasaklı dönemde, ezan okuyanlara ayrıca para cezası da verilebiliyordu.

On sekiz yıllık zulümlü maddî ve mânevî baskı, zamanla artarak had safhaya vardı. Haliyle, bu Müslüman halkın içindeki hasret duygusu da dindirilmez, önüne geçilmez bir raddeye çıktı.

1950 Mayıs’ında yapılan genel seçimlerden zaferle çıkan Demokrat Parti, hükümet kurduktan hemen sonra Meclis gündemine getirdiği ilk kànun teklifi, Ezan-ı Muhammedî üzerindeki yasağın kaldırılmasına dairdi.

Muhalefet cephesinin de bu meselede ikna edilmesiyle birlikte, Haziran ortasından itibaren Ezan-ı Muhammedî 18 yıllık esaretten kurtulmuş oldu.
* * *
Bu konuda sizlere nakletmek istediğimiz mühim bir anekdot şudur: 1939’a kadar Fransızların idaresinde bulunan Hatay bölgesinde, ezana ve Kur’ân’a hiç ilişilmedi. Bu vilâyet ne zamanki Türkiye’ye dahil edildi, aynı anda orada da söz konusu yasakçı uygulama devreye sokuldu. Yani, küffarın dahi yapmadığını, yahut yapamadığını “bizimkiler” yaptı.

(Haşiye) Bediüzzaman, mektubunda bu meseleye dair şunları söyler:

Bu yakınlarda ehl-i ilhâdın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir suret aldığından, çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecavüz nevinden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahâle edildi. “Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi.

Sükûtta sabrım tükendi.

Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:

Ey ehl-i bid’a ve ilhad! Dünyada hükümet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usûlle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? (Mektubat, 29. Mektup, Es’ile­-i Sitte.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*