İhlâs Sûresi’nin kodları

Her kafadan bir ses çıkıyor. Kimisi yok diyor, kimisi var diyor. Kimisi çok diyor, kimisi tek diyor. Oğlundan bahsedenler olduğu gibi, kızından bahsedenler de var.

Aklı evveli ortak ettikleri gibi sebeplere sığınanlar da var. Yıldızlara tapanlar olduğu gibi putperestliği devam ettirenler de var. Kimisi şirkte kimisi ise şaşkın. Tabiatı aşabilenler de tevhidi seslendiriyorlar. Çok sesli bir dünyada yaşıyoruz. Herbir mevcut bir telden çalıyor. Herbir cüz kendince bir ses çıkarıyor. Kâinattaki çok seslilik ilginç. Özellikle dünya insanlarındaki bu çok seslilik daha da ilgi çekici! Bu seslerin tamamını bir anda işitebilmek acaba nasıl bir şey?

Mutlak sesin sahibi, Kur’ân’ın 112. Sûresi olan İhlâs Sûresi’nde maveradan, kâinatın ötesinden “De/Söyle” diye sesleniyor. Sesin sahibi isimleri öğrettiği gibi nasıl söylenileceğini de bildiriyor. Ben demeden kendisine “o” diyor. Kendisinin varlığını “o” diyerek ortaya koyuyor. Kendisinin varlığının zihinlerde, hayallerde oluşturulmuş farazi bir şey olmadığını ifade edercesine o vardır diyor. Bediüzzaman eserlerinde bu noktada “Ondan başka o yok.” diyerek tevhid-i şuhuda dikkati çekiyor.

İhlâs Sûresi’ndeki “Allah birdir.”1 cümlesini tefsir ederken Said Nursî, her şeyin onu gösterdiğini, ondan başka ibadete lâyık olanın bulunmadığı dile getirerek tevhid-i uluhiyeti nazara veriyor.

“Allah samettir.” hükmünde Bediüzzaman Said Nursî, iki farklı esmayı talim ediyor. Birincisi Rab ismidir. O âlemlerin Rabbidir. Bütün âlemler ona muhtaçtır, her şey ona muhtaçtır. Bu kısım tevhid-i rububiyete işaret eder. Diğeri ise Kayyum ismidir. Yani o hiçbir şeye muhtaç değildir. Bu da tevhid-i kayyumiyetin tezahürüdür.

Buraya kadarki üç cümle tevhidin müsbet olarak ortaya konmasıdır.

Bundan sonraki üç cümlede de olumsuzluklar giderilerek, tevhidin menfi cümleleri ortaya konmaktadır:

“Doğurmamıştır.” cümlesindeki tevhitte ise Bediüzzaman Said Nursî, Allah’ta tegayyür olmadığını, tenasül olmadığını, tecezzi olmadığını vurgular. Felsefecilerin bahsettiği akl-ı evvelin reddi, Hıristiyanlarca Hz. İsa’nın (as), Yahudilerce Hz. Uzeyr’in (as) Allah’ın oğlu olduğunun reddi, meleklerin onun kızları olduğunun reddi gibi bütün şerikler burada tard edilir, reddedilir. Bu bölüm de celâlî tevhidin yansıması olarak karşımıza çıkar.

“Doğrulmamıştır.” cümlesine baktığımız zaman, burada da esbapperestlik, yıldızlara tapma, putperestlik ve tabiatperestlik reddedilmektedir. Bediüzzaman bu bölümde de üç noktaya dikkati çeker. O vaciptir, müddet bakımından zaman bakımından sonradan olmuş değildir. O kadimdir, bir maddeden yapılmış değildir. O ezelîdir, bir asıldan ayrılmış, bölünmüş de değildir. Doğrulmamıştır cümlesinde de tevhid-i sermedî dile getirilmektedir.

İhlâs Sûresi’nin altıncı cümlesinde hiçbir şeyin onun misli “olmadığı”2 ifade edilir. Burada da tevhid-i cami işlenmektedir. Allah’ın zatında, fiillerinde, sıfatlarında benzeri yoktur. Dördüncü ve beşinci cümlelerde olduğu gibi altıncı cümlede de üç nokta önemle işlenir. Yani Allah’ın zatında naziri, benzeri olmadığı gibi fiillerinde de ortağı yoktur. Allah’ın sıfatlarında da benzeri, misli yoktur.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin İhlâs Sûresi’ni altı (6) cümlede tefsir ederken tevhidi yedi (7) çeşidiyle on üç (13) madde ile yorumladığı görülmektedir.

Maddeler halinde özetleyecek olursak:
A) O vardır,
B) Allah birdir,
C) Sameddir.
1- Rabdır, her şey ona muhtaçtır.
2- Kayyumdur, hiçbir şeye muhtaç değildir.
D) Doğurmamıştır;
1- Tegayyür yoktur, başkalaşma söz konusu değildir.
2- Tenasül yoktur, O’ndan üreme yoktur.
3- Tecezzi yoktur, O’ndan bölünerek ayrılan bir parça yoktur.
E) Doğrulmamıştır.
1- Vaciptir, zaman bakımdan sonradan olmamıştır.
2- Kadimdir, bir maddeden ayrılmamıştır.
3- Ezelidir, bir asıldan bölünerek gelmemiştir.
F) Benzersizdir;
1- Zatında benzeri yoktur.
2- Fiillerinde ortağı yoktur.
3- Sıfatlarında onun gibisi yoktur.

Bu altı cümle iman esaslarındaki gibi bir bütündür. Her biri diğerlerine hem delil teşkil eder hem de diğerlerinin sonucudur. Bu özelliklerden birisini kabul etmemek, tevhidi reddetmektir.

Peygamberimiz Muhammed’in (asm) şahsında “De/Söyle” emrine muhatap olan bizler, “Ne diyeyim?” şeklindeki sorumuza cevap olarak bildirilen altı (6) cümledeki on üç (13) maddeyi ilmimizle, özgür irademizle söylemeliyiz. Hikmet, bilgelik bunu gerektiriyor. Bunu söylediğimiz zaman cüz iken, herhangi bir şey iken, küllî yani bütüne ait bir parça olmuş oluruz, kâinattaki çok sesliliğin ahengi içinde onun özelliklerini terennüm ederek gök kubbede bir hoş sadâ bırakırız.

Sadettin Önal

Dipnotlar:
1- İhlas Suresi, ayet 1, 2, 3, 4.
2- Nursî, Bediüzzaman Said. Sözler, Yeni Asya Mayıs 2005, s. 1135.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*