İhlâs ve hakperestlik

Mü’minin, muvahhid ve müstakim Müslümanların sadece şahsî olarak kemalat sahibi olmaları veya kendi adlarına, kendilerine göre, kendileri kadarınca muvaffak olmaları; şu ahir zaman dehri, asrı hadisatına mukavemet ve mukabele etmek, karşı koymak için yetmiyor…

Hatta tam bir ihlâsı elde edebilmek ve tam tamına hakperestlik çizgisini yakalayabilmek bile ferden ferda maalesef yetersiz kalıyor… Çünkü küfür, ehl-i dalâlet ve ehl-i sefahat cemaat ve komiteler şeklinde; habis bir şahs-ı maneviyi oluşturarak sinsice veya dost görünerek Müslümanların üzerine geliyor…

Ehl-i imanın bu zamanda birinci vazifesi kendi imanını kurtarmak olduğu gibi, yine ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek ve ehl-i zındıkaya mukabele edebilmek için cemaat şeklinde bir şahs-ı maneviye muhtaçtır ve mecburdur.

Enaniyetin dağlar gibi kendini beğenmişliği ve serfürûsu karşısında dur diyebilmek, frenleyebilmek ve tevazu ve mahviyet vadilerindeki hizmetlere; imanî, Kur’ânî, İslâmî hizmetlere yönlendirebilmek ve çekebilmek ancak; büyük, sarsılmaz, metin ve müstakim; ihlâslı ve hakikatlı bir şahs-ı maneviyeyi imaniyenin teşekkülü ile ve bu şahs-ı maneviyenin içerisinde yer almakla mümkün olabilir…

Bu derin zındıka komitesinin böyle tehlikeli ve derin dâmına/tuzağına düşmenin birinci adımı, basamağı masumane -“benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin hilesidir- bu cümleye masadak olmaktır.

Tam ihlâs için lâzım olan sevilmeyen, soğuk ve itibarsız buz parçası olarak tarif ve tavsif edilen nefsin, enaniyetin halledilmesi, terbiye ve tezkiye edilmesinin tek yolu ise; hamiyet, hararet ve hakperestlikle donanmış ihlâs havuzuna herşeye rağmen girebilmek ve orada eriyebilmektir… Unutmayalım ki; “yarım erimek..” daha tehlikelidir…

Olmaz, olamaz, olmamalı dediğimiz halde; her zaman bu işler oluyor efendim, sebebi ne ola acaba… Bile bile lâdes olur mu? Olur… Asrın imamı bu konuda şunları söylüyor:

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazen bâtıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikati kazanırken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor…”

İnsan fıtrî marifetini ancak Kur’ân okumak, Risale-i Nurlar’ı okumak ve anlamakla işlettirebilir, çalıştırabilir ve muhafaza edebilir.

Hedefimizde Kur’ânî hakikatları derinlemesine anlayabilmek ve hayatımızda tatbik edebilmek olmalıdır…

Yardımcımız ve muhafızımız ise ihlâs ve hakikattar bir sadâkat olmalıdır. Kendine bakan ve kendisini devamlı başkalarının gözleriyle kontrol edebilenler inşallah; “Ne oldum” belâsına, vartasına düşmezler. Hakperestlik ve ihlâs bizim en büyük muavinimiz, yardımcımız olmalıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*