İhvan’a yazık oldu

Araplar deccalın tuzağına tarihleri boyunca ikinci kez boylu boyuna düştüler…Tıpkı birinci deccala yakalandıkları gibi…Müslümanlar medeniyetin zirvesinde iken Basra harab olmuştu…Ve Dicle bir ay boyunca mürekkep akıtmıştı. 11 Eylül’ü hazırlayanların ikinci Arap felâketini tetiklemek üzere harekete geçtiklerini; Trablusgarp, Bingazi, Halep, Haden, Basra, Tikrit ve Bağdat’ın alev alev yanmasından sonra anladık ve çok geç kaldık.

Arap Baharı tezgâhı kurulduğunda, İhvan’ın bu tezgâha gelmemesi için Nurcular çok dua ettiler. İlk zamanlarındaki istinkâf, istiğna ve uzak duruşlarını da alkışladılar. Fakat cazip teklifler feraseti susturunca olanlar oldu. Yüklü paralarla mahalleden devletin zirvesine kadar İhvan’ı sahaya çektiler. Bahardan önceki tedbirli ve “sırren tenevveret” yürüyen İhvan meydanlara indi…Düne kadar onları tanımayan düşmanların eline teşkilatlanmış bir şekilde geçince tuzağın ipini çektiler. Deccaliyet ve Süfyaniyetin Türkiye’deki 1969 ve 1973 oyunlarına çok benzeyen bir hile ile binlerce imanlı mücahit şehadet, zindan ve menfâyı aralarında paylaştılar. Siyasal İslamcıların Türkiye’de teşkilatlanmasıyla bütün Müslümanların tuzağa düşmelerini Bediüzzamanın talebeleri ve bilhassa Zübeyir Gündüzalp engellemişti. Nur Talebeleri çıkardıkları Yeni Asya’da yaptıkları ikazlarla, komünistlerle kemalistlerin ortaklaşa icra ettikleri operasyonun önünü kesmişlerdi.

Mısır cephesini net göremiyoruz. İhvan’a olan desteğin hem dahilde ve hem de hariçte bu denli zayıflamasının hikmetini anlayamıyoruz. El-Ezher’in de İhvan’a itiraz etmesi ve birçok Arap ulemasının El-Kardavi’yi yanlışçılıkla suçlamalarının arka cephesini bilemediğimizden, yanlış zanlara ve düşüncelere düşmekten Allah’a sığınırız.

İhvan düşmanlarının, Mısır halkını Tahrir ve Rabia gibi iki tercihle karşı karşıya bırakmaları, elbette nifaklarıyla kazandıkları bir başarıydı. Tahrir’e yönelenleri din düşmanı veya Firavun taraftarı diye suçlamak da bir kısım İhvan sempatizanlarının en büyük hatasıydı. Zira Arap Baharı’nın Kahire’deki merkezi Tahrir meydanıydı. Velev ki meydana Avrupa ve Amerika’dan binlerce aktivist akın etmiş olsa da…

İHVAN’IN ÜÇÜNCÜ FELAKETİ

Arap Baharı’nın İhvan’a hayatının üçüncü felâketini yaşattığını önceki yazımızda arz etmiştik. Onları bu son felâkete sevk eden sebeplerden birisinin bizdeki “siyasal İslam” kökenli AKP İktidarı olduğunu da yazmıştık. Arap Baharı’nın, illüzyonlara bürünmüş bir kış olduğunu üç sene önce idrak etmek zor olduğu kadar, AKP iktidarının da Türkiye Müslümanlarının bekledikleri bahar olmadığını anlamak ve anlatmak kolay olmadı ve olmayacak gibi..

AKP’yi Müslümanlar için rol model zanneden Arapların yakalandığı şiddetli kışa karşın, ülkemizin o tür felâketlere henüz uğramamasının sebepleri arasında; Deccaliyet ve Süfyaniyetin hile ve tuzaklarını önceden deşifre eden Nur Talebelerinin bulunduğunu kabul etmeyenler, yakın tarihimizi, doğru İslamiyeti ve hakiki demokrasiyi öğrenmekte hayli gecikecekler. Diğer birçok meselede geciktikleri gibi.

Müslümanların ferecine çalışanlar, bu işin Bediüzzaman’sız ve Risale-i Nur’un Kur’ânî düsturları gözardı edilerek olmayacağını bilmeli değiller mi? Tarih tekerrür ediyor. Osmanlı’nın ikinci Cumhuriyet ve demokrasi hamlesini boşa çıkarmak üzere, İngilizlerin dönmeler eliyle İstanbul’da kurdukları tuzağa 1909’daki siyasal İslamcılarımız düştüklerinde, Bediüzzaman Divan-ı Harpte onları da beraat ettirmişti. Derviş Vahdetî ve birkaç arkadaşı idam edilirken; başta Şeyh Sadık ve Süleyman Paşa olmak üzere yüzlerce ittihad-ı Muhammedî taraftarı fikirleriyle birlikte aklanmışlardı. Daha sonra Selim-i Hizanî ve Şeyh Said hadiselerinin başlattığı felâketleri erkence engelleyen Bediüzzaman Hazretleri, kısmî demokrasiye kavuştuğumuz 1950-60 yılları arasında yine ifsad komitelerince harekete geçirilmek istenilen İslami cemaatleri demokratlara yönlendiriyor.

Bediüzzaman’ın vefatından sonra Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini temsil eden Nur Talebeleri Şurası; Deccaliyet ve Süfyaniyetin Müslümanları siyasallaştıracak yeni yeni felâketlere sebep olmalarını Risale-i Nur’daki düsturlarla engellediler. Şu meselenin tam anlaşılması çerçevesinde Milli Nizam ve MSP hareketinin detaylıca ele alınması lazım kanaatindeyiz. 12 Eylül’le birlikte Müslümanları Türk-İslam sentezi çuvalına doldurmak isteyen Deccaliyet ile Süfyaniyetin; 11 Eylül sürecinde, AKP hükümetleri nezdinde Müslümanlara doğudan, güneyden ve batıdan birkaç koldan hücuma geçtiğini de dikkat edenler görebilirler.

Günümüz İslam dünyasında olduğu gibi Türkiye’de ihtilal ve savaşlarla Müslümanların yangınlara yakalanmamalarının en önemli sebebinin Risale-i Nur olduğuna itiraz edenlerle belgeli, delilli ve ispatlı bir şekilde sohbet etmemiz gerekiyor. Zira 12 Eylül ihtilaliyle Türkiye Müslümanlarının gazete, TV, sinema ve internetle düçâr oldukları büyük cehaleti birlikte aşmamız gerekiyor.

YEİS YOK…

Arap âleminde İhvan’dan ümidini kesen avam yeis içinde boş nazarlarla çevresine bakıyor. Müslümanların geleceği açısından hiç de hoş değil. Hoşumuza gitmese de doğru tahlillerle ümidin ufkuna yeniden kanat çırpmalıyız. 11 Eylül’den bu yana âlem-i İslam’ın uğradığı felâketlerdeki sorumluluğu ve tembelliğimizin tevili elbette yok. Fakat Risale-i Nur talebeleriyle bilhassa Arap aleminin arasına girerek doğru İslam’ın anlaşılmasını engelleyen Türkiye siyasal İslamcılarını da vurgulamak gerekiyor. Kemalistlerin oyununa gelerek oluşturdukları hava neredeyse mahalle baskısına dönüşüyor ve Risale-i Nur talebelerinin Kur’ân reçetesini haricî âleme yansıtmasını engelliyorlar. Böyle olmamış olsaydı 12 seneden bu yana âlem-i İslamın mahfillerinde İslam ve demokrasi, birinci ve ikinci Avrupa, Müslüman ve Hıristiyan ittifakları, İslam ekonomisinin esasları, Kemalizmin mahiyeti ve İttihad-ı İslamın esasları Kur’ânî perspektiflerle hem doğuya ve hem de batıya izah edilecekti. Elbette zaman geçmiş değil. Yakın bir zamanda Bağdat’ta Şam-ı Şerif, Tunus, Bingazi ve Kahire’de; Bediüzzaman ve Risale-i Nur’a göre hürriyet, demokrasi, din-devlet ilişkileri ile mektep-medrese münasebetleri ilim adamlarınca ele alınacak. Yapılan hataların, düşülen vartaların ve duçar olunan kardeş kavgalarının mahiyeti gazete, kitap ve medya ile ilan edilecektir. Eski istibdatların tekrar geriye döneceğine inanmıyoruz. AB’den daha sağlıklı bir İslam işbirliğinin başlayacağından kimsenin kuşkusu olmasın. İhvan-ı Müslimîn’in de tıpkı Nur Talebeleri gibi hakiki vazifeleri olan iman, ahlak ve sünnet-i seniyyenin ihyası vazifesine âcilen döneceklerine inanıyor ve bekliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*