İki Said’in içtihad farkı

Yakın Tarihten Günümüze

Ara ara tekerrür ettiği üzere, geçtiğimiz günlerde de, biri dost diğeri düşman kaleden eşzamanlı olarak Said Nursî’ye yönelik iki büyük saldırı yapıldı.

Saldırının birincisi, eski bir CHP milletvekilinden geldi. Yazı yazdığı bir gazetedeki köşesinden, Said Nursî’nin de Şeyh Said gibi isyana kalkıştığı, dolayısıyla bu “vatana ihanettir” şeklinde, tevil götürmez zırvalarda bulundu.

İkinci saldırı ise, şehâdetinin sene-i devriyesi münasebetiyle Şeyh Said ile ilgili tefrika neşreden dinî tandanslı bir gazeteden geldi.

Dizi yazının bir bölümünde, Cumhuriyet ordusuyla çatışmaya giren ve din için silâhlı cihada kalkışan Şeyh Said hareketine, Said Nursî’nin de destek verdiği ve şayet zamanında haberi olsaymış kendisinin de bu harekete katılmak arzusunda olduğu şeklinde, tekellüflu tevillere girilerek çok vahim iddialara yer verildi.

İtiraf edelim ki, “dost cephe”den gelen bu tür iddialar, diğerinden, yani birincisinden çok daha yıkıcı, bulandırıcı ve tahripkârdır. Zira, birincisi “harbi düşman” olduğu için, bu meyanda ne söylerse söylesin, insaf-vicdan sahibi mü’minleri aldatamaz.

İkincisi ise, dindar olup din nâmına konuştuğu halde, gerçekte dinde yeri ve ölçüsü olmayan, dolayısıyla hak ve hakikatle bağdaşmayan şeyler söyleyerek, muhakemesi zayıf bazı mü’minlerin sâfi zihinlerini bulandırmaya çalışıyor.

Bu ise, asla kabul edilemez bir muğalata, bir cerbeze, bir iğtişaş halidir. Niyet ne olursa olsun, netice aynı kapıya çıkar.
* * *
Evet, Bediüzzaman Said Nursî’nin “Şeyh Said kıyamı” tarzında bir “menfî hareket”i yoktur, olmamıştır ve böylesi bir hareketi söz konusu dahi olamaz.

Olamaz; zira, bu tür konulara temas eden bütün eserlerinde, bütün mektuplarında bunun tam tersini ders veriyor.

Daima “müsbet hareket” diyor; hatta, umum Nur Talebelerine vermiş olduğu son derste dahi aynı hizmet dustûrunu gayet keskin ifadelerle hatırlatarak bir cihette bunu vasiyet ediyor.

Şimdi, bu muazzam hakikatin birkaç delilini kaynağından alarak istifade nazarlarına takdim edelim.

Kuvvet ihtiva eden siyaset yolu

1944’teki Denizli Mahkemesi Müdafaasında, maddî kuvvete dayalı siyaset tarzının, şu fırtınalı zamanda kişiyi günaha soktuğunu ve zulme bulaştırdığını veciz bir sûrette ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, aynen şunları söylüyor:

“Risâle-i Nur’daki şefkat, hakikat, hak, bizi siyasetten men’ etmiş. Çünkü, mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz.

“Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim: Şimdiki fırtınalı asırda, gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak. O hâlette, o da ezlem (zalim) olacak ve mağlûp kalacak.

“…Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, ehl-i hak dahi bir-ikinin hatasıyla yirmi-otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak nâmına dehşetli bir haksızlık ederler.

“İşte, Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur.” (Şuâlar, s. 260)

Doğrudan “Şeyh Said Hadisesi”

Şimdi de, doğrudan doğruya, yani alenen isim verilerek “Şeyh Said Hadisesi”ne dair muhtelif risâlelerden derlediğimiz bazı bölümleri mümkün olduğunca kısaltarak—iktibasen—takdim ediyoruz.
* * *
“Bu biçare Said, Van’da ders-i hakaik-i Kur’âniye ile meşgul olduğum miktarca, Şeyh Said hâdisâtı zamanında vesveseli hükümet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi.” (Lem’alar, s. 47)

Ara notu: İlişmedi; çünkü Kur’ân dersiyle meşgul olduğu için. İlişemedi; çünkü, o hadisât ile bir alâkası yoktu.
* * *
1935, Eskişehir Mahkemesindeki Müdafaatında, geçmiş hizmetlerini tadat eden Üstad Bediüzzaman, yapılan ithamlar karşısında “Ey efendiler!” diye başlayan hitabesini şu sözlerle sürdürüyor: “Eğer böyle bir adam dünyaya karışsaydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etseydi, Menemen Hadisesinin ve Şeyh Said Vakıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı.” (Tarihçe-i Hayat, s. 228)
* * *
“…Bu milletin can damarı hükmünde, umûmun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan (Nur) şakirtleri, Şeyh Said ve Menemen Hadiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hadiselerle bulaşmazlar….” (Şuâlar, s. 317)
* * *
“…Dehşetli bir hücûm ve tazyike maruz kalan Risâle-i Nur şakirtlerini, evham yüzünden, güya Menemen ve Şeyh Said vakıaları gibi bir hadisenin ihtimali var diye iki defa imha için…” Emirdağ Lâhikası, s. 186)
* * *
“Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said Hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. …Hıfz-ı İlâhi (plânlarını) akim bıraktı.” (Emirdağ Lâhikası, s. 128)

Ali Demirel anlatıyor

Yakın zamanda görüştüğümüz “Son Şahitler”den muhterem Ali Demirel Ağabey, Cerrahpaşa’da belki yirmi kişinin huzurunda aynen şu hatırayı nakletti:

“1960 senesinin ilk günleriydi. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul’a yaptığı son seyahatinde Çemberlitaş’taki Piyer Loti Otelinde kalıyordu.

“Odasına çıkıp ziyaret ettik. Sohbet esnasında, konu Şeyh Said Hadisesine geldi. O esnada aynen şunu söyledi: ‘Kardaşlarım! İsteseydim, yüz Şeyh Said kuvvetinde bir hadiseye sebebiyet verebilirdim. Fakat, bin Şeyh Said kadar kuvvetim olsa, yine de asayişin teminine sarf ederim.’”

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Türklerde cikan alimler kimlerdir ögrenmek istiyoruz?Gercekten kökeni türk olan alim varmi?Allah askina isimler yazin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*