İki Said’in içtihad farkı

alt

Bazı konular vardır ki, sıklıkla gündeme getirilir, yahut kasıtlı şekilde ortalığa servis edilmeye çalışılır.

İşte, o konulardan biri de 20. asırda yaşamış olan Şeyh Said ile Said Nursî’nin şahsiyeti, fikriyatı, karşılıklı irtibatı ve hasseten din-i mübin-i İslâma hizmetteki içtihadları, yahut içtihad farklılıklarıdır.

Bu meselenin “Şeyh Sad” merkezli olarak gündeme getiriliş sezonu ise, her yılın ya Şubat ayına, ya da Haziran sonlarına denk getirildiğine şahit olmaktayız.

Sebebi şudur: Şeyh Said’e izafe edilen “kıyam” hadisesi, 11 Şubat 1925’te patlak verdi. İdam ile neticelenen Şeyh Said’in şehadeti ise aynı yılın 29 Haziran’ında vuku buldu.

Çok acip ve garip bir nokta da şudur ki: Said Nursî ile bağlantılı tarihlerin hemen hiç birinde Şeyh Said gündeme gelmez/getirilmez iken, tersi durum söz konusu olduğunda ise, Said Nursî’nin ismi bir şekilde devreye sokulmaya çalışılıyor.

Bu kasdî sokuşturmadan çok daha vahim olan husus ise, Bediüzzaman Said Nursî’nin, hiç hak etmediği, hatta hizmet prensiplerine bütünüyle zıtlık teşkil eden bir mânâ ve muhteva çerçevesinde nazara verilmeye gayret edilmesidir.

İşte, birçok okuyucumuzun  bu yöndeki arzu ve talebini de dikkate alarak—bir cihette ‘minare doğrultma’ kabilinden—aynı konuyu belki yirminci kez olmak üzere yeniden ele alma gereğini duyduk.

Bu girizgâhtan sonra, şimdi sizi asıl konuyla başbaşa bırakıyoruz.

Niçin birine ayrı, diğerine ayrı cevap?

Soru: Bediüzzaman Said Nursî’ye ait Tarihçe–i Hayat isimli eserinin Barla hayatı bölümünün hemen başındaki ilk paragrafta Üstad Bediüzzaman’a mektup yazdığı zikredilen “bir zât”ın kim olduğunu soruyor; dolayısıyla, bu hususla ilgili geniş mâlumat isteniyor.

İzahlı cevap:

Önce ilgili paragrafı birlikte okuyalım: “Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. ‘Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir’ diyerek, yardım isteyen bir zâtın mektubuna, ‘Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir’ diye cevap gönderiyor.” (Tarihçe–i Hayat, s. 135)

Burada, Üstad Bediüzzaman’ın cevap gönderdiği mektup sahibi zatın Şeyh Said olduğunda şek ve şüphe yoktur. Tahlil edildiğinde, Tarihçe–i Hayat’taki konuyla alâkalı bütün bilgiler aynı gerçeğe işaret ettiği gibi, daha başka kaynaklar da aynı noktaya bâriz şekilde parmak basıyor.

Meselâ, 1947 senesinde (hem Osmanlıca, hem Latince) teksir edilen Asa–yı Musa isimli eserde yer alan İnebolu’lu Nur Talebesi Selahaddin Çelebi’nin “Üstadımızın tercüme–i haline kısacık bir nazar”ı bu kaynaklardan sadece biridir. Zira, burada alenen isim zikrediliyor.

Söz konusu kaynakta “İnebolu havalisindeki umum Nur Şâkirdleri nâmına, Selahaddin’in, Üstadımızın Tarihçe–i Hayat’ından çıkardığı bir kısacık hülâsanın bir parçasıdır” denilerek, devamında aynen şu ifadelere yer veriliyor: “Şark isyanında Şeyh Said ve askerleri, Üstadımız Bediüzzaman’ı Şark’taki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake dâvet ettikleri zaman, cevaben demiş: ‘Yaptığınız mücadele, kardaşı kardaşa öldürtmektir ve neticesizdir. Çünkü, Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiş, dinî uğrunda binlerle şehid vermiş ve binlerle velî yetiştirmiştir. Binâenaleyh, kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına, yani Türk milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem’ diyerek, hem red cevabı vermiş, hem de mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir.” (Adı geçen teksir nüsha, s. 275)

Yukarıda sayfa numarası verdiğimiz her iki kaynakta geçen ifadeler de bilmânâ aynıdır. Aralarında hiçbir farklılık, hiçbir zıddiyet yoktur.

Tıpkı, Üstad Bediüzzaman’ın 1913′teki Şeyh Selim’in başını çektiği “neticesiz Bitlis vak’ası”yla ilgili olarak sarf ettiği sözlerinin de aynı mânâda olması gibi.

Kılıç ve kalem farkı

1925 yılı Haziran ayı sonlarında Diyarbakır’da idam edilen Şeyh Said, lâkabından da anlaşıldığı gibi, Şeyh ve müridleri olan bir zât idi. Nakşibendi tarîkatının bölgedeki halifesiydi. Aynı zamanda âlim olup binlerle talebeleri ve müritleri vardı.

Dolayısıyla, kuvvetli dinî itikad sahibi ve bölgede mânevî lider pozisyonunda bir şahsiyet idi.

Yeni Türkiye’nin Avrupalaşması karşısında hiddete gelen Şeyh Said, mevcut rejime karşı şiddeti de içine alan bir muhalefet hareketinin başına geçti.

Aynı tarihlerde, hiç şüphesiz Üstad Bediüzaman da rejim muhalifi idi. Ancak, Bediüzzaman’ın muhalefeti fiilî ve siyasî değil, müsbet harekete dayanan fikrî ve ilmî bir karakter arz ediyordu.

Üstad Bediüzzaman, kendi içtihadına göre bu müsbet metotla ve uzun vadeli bir hizmet tarzı ile yoluna devam ederken, Şeyh Said ise, silâhlı bir kıyâmı kaçınılmaz bir yol olarak gören farklı bir içtihadı tercih etti.

Nitekim, aynı içtihadın bir gereği olarak Şark Vilâyetlerinde nüfûz ve kuvvet sahibi olarak bilinen hemen bütün ileri gelenlere “dinî fetvâ”yı da ihtivâ eden bir dâvetnâme gönderdi.

İşte, “Kıyâma dâvet” mahiyetine bürünen ve aslı Arapça olan o mektubun Türkçe sûreti: “Kurulduğu günden beri din–i mübin–i Ahmedî’nin (sav) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’ân’ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife–i İslâmı (Abdülmecid Efendi) sürdükleri için, gayr–ı meşrû olan bu idarenin yıkılmasının, bütün İslâmlar üzerinde farzdır. Cumhuriyetin başında olanların ve Cumhuriyete tâbi olanların mal ve canlarının Şeriat–ı Garrâ–ı Ahmediye’ye göre helâl olduğu, birçok ulemâ ve meşâyihin istişaresiyle kararlaştırılmıştır.” (Bkz: M. Şerif Fırat’ın “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” isimli eseri.)
* * *
Demek ki, Şeyh Said ile Said Nursî arasında pek mühim bir “içtihat farkı” var. Biri kılıçla harb ederken, diğeri kalemle tenvir ve irşad yolunu seçti.

Ayrıca, Üstad Bediüzzaman’ın içtihadına göre, dahilde kuvvet kullanılmaz. Kuvvet kullanıldığında ise, mâsum canların yanması ve kardeş kanının akıtılması kaçınılmaz olacaktır. Buna ise, din–i İslâm cevaz vermez.

Velhâsıl: Şeyh Said, kılçla harbetti ve kaybetti. Kalemle cihad eden Üstad Bediüzzaman ise, milyonların imanını kurtarmaya hizmet etti. Aynı hizmet bugün de devam ediyor.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Türklerde cikan alimler kimlerdir ögrenmek istiyoruz?Gercekten kökeni türk olan alim varmi?Allah askina isimler yazin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*