İktiran gerçeği

Mahiyeti nihayetsiz istidat ve kabiliyetlerle donatılan ve mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılan insana, imtihanına vesile olması için nefis denilen bir cihaz takılmış. Hiçbir zaman hayır ve hak taraftarı olmayan ve sürekli kötülüğü emreden nefisle yapılan mücahede sayesinde rıza-yı İlâhî ve Cennet kazanılacaktır inşaallah.

Nefis, kendinden sudur eden iyilikleri hemen sahiplenir ve onları kendinden bilir. Bir takım şer ve fenalıklar olursa, onları kendine almaz ve kadere havale ederek mesuliyetten kaçmak ister. Hâlbuki Nisa Sûresi 79. âyet bunun tam tersini ders verir. “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurun sebebiyledir.” Bu İlâhî hakikate göre, insan iyilikleri kendinden bilmemeli ki, iftihar ve ameline güvenmekten kurtulsun; fenâlıkları kendi kusurunun neticesi olduğunu kabul etmeli ki, istiğfar ve tövbe etsin. Zira iyilikleri, hayır ve hasenatı isteyen rahmet-i İlâhiye, icat eden kudret-i Rabbaniyedir. İnsan onlara sadece iman, şuur ve duâ ile mazhar olur. Mazhar olunan nimetlerin hakkı ise iftihar değil, şükürdür.

Nefisle yapılan mücadelenin en güzel örneğini Bediüzzaman ortaya koyuyor: “Hem deme ki, ‘Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler [Risale-i Nur eserleri] benim ile gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.’ Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.” (Sözler, s. 364)

İnsan, Allah’ın sayısız nimetlerine mazhardır. İki nimetin bir arada verilmesine de ‘iktiran’ denilir. Çoğu insanlar bu gerçeği birbirine karıştırarak, birini diğerinin hakikî illeti ve sebebi zanneder. Minnet ve teşekkürünü o sebebe tevcih eder. Hüsrev ve Refet gibi talebeleri ile iktiran gerçeğini fiilen yaşayan Üstad onları misâl olarak verir: “Onlar derler ki: ‘Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifadesi, istifademize illettir.’ Ben de derim: ‘Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakk’ın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktiranı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: ‘Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmi bir bîçare nasıl hizmet edecekti?’ Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî hizmetten sonra, bana da bu hizmette muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, duâ ve tebrik ediniz.” (Lem’alar, s. 326)

Veciz ve en güzel bir tarzda anlatılan bu ‘iktiran’ gerçeğine binaen, mazhar olunan nimetler için ruh-u canımızla Allah’a şükreder ve minnettarlığımızı sadece O’na arz ederiz. O’nun ihsanıyla birlikte mazhar olduğumuz nimetler için de dâvâ arkadaşlarımıza duâ ile onları tebrik ederiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*