İktisad, izzetle yaşama vesilesidir

altDÖRDÜNCÜ NÜKTE

“İktisad eden, maişetçe aile belâsını çekmez” mealindeki “Lâ yeûlü meni’ktesade” hadis-i şerifi sırrıyla, iktisad eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.

Evet, iktisad kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

İktisad vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hatta dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Cây-ı dikkattir ki iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisadsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisad bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hacete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “nâstan istiğna” mesleğini bozmadı.

Evet, iktisad etmeyen, zillete ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda israfata medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesat-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, manevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.

Eğer iktisad edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır.” (Zariyat Sûresi: 58.) sırrıyla, “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” (Hûd Sûresi: 6.) sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.

Evet, rızık ikidir:

Biri hakikî rızıktır ki onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyârı karışmazsa, o zarurî rızkı her halde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.

İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki sû-i istimalâtla hâcât-ı gayr-i zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbanî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazen alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazen hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.

Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-i meşrû bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor.

Böyle acib bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü “İnne’z-zarûrete tükadderu bikadrihâ” sırrıyla “Haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz.” Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem yüz aç adamın huzurunda kemal-i lezzetle fazla yenilmez.

İktisad, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:

Bir zaman, dünyaca sehavetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:

“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O muktesid ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?”

Demiş: “İşte o sahrada rast geldiğim o muktesid ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.”

Lem’alar, On Dokuzuncu Lem’a, s. 252-54

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*