İleri demokrasilerin ölümcül düşmanı: Bankalar veya fonlar

Makalemizin başlığı ilk anda size “maksadını aşmış” gibi gelebilir. Fakat sathîlik ve monotonluktan kaçanları esas maksada götüreceği kanaatindeyiz.

Demokrasinin tarifini, tarihçesini ve aktüel uygulamalarını aşarak, ferdin doğrudan idareye iştirak etmeyi arzuladığı demokrasiyi konuşuyoruz. Ferdin hukukunun topluma feda edilmeyeceği ve her insanın bir padişah veya halife muamelesi görmesini arzuladığımız demokrasiyi… Zira teoride bu tarz idareyi kitlelere vaad ederek halkı sokağa dökenlere karşı “ileri demokrasiden” başka çare olmayacağını artık bilmemiz gerekiyor.

Fevkalâde büyük paralarla kitleleri sokağa döken aktörlerle banka ve fonlar arasındaki irtibatı bilmeyenler, anlatacaklarımıza taaccüp edebilirler. Büyük devrim ve ihtilâllerin sahne arkasını araştıranlar, insanların kanları ve cesetleri üzerinde yükselen bütün devrimlerin, kapitale hırs derecesinde bağlı çevrelerce desteklendiğini görecekler. Rusya’da Bolşevik ihtilâlini organize edenlerin patronlarıyla Arap Baharı ihtilâllerini finanse edenlerin aynı çevreler olması, Bediüzzaman’ı bilenlerin hiç garibine gitmiyor.

Said Nursî Hazretleri İşaratül İ´caz tefsirini henüz Rusyadaki ihtilâller başlamadan önce yazmıştı. Dünyadaki bütün ihtilâl, kaos, kargaşa ve kavgaları iki temel sebebe bağlarken, faiz ve zekâta dikkat çekmişti. Faiz sistemiyle kapitali tekellerine toplayanların siyaset ve ekonomiye müdahaleleri, tarih boyunca kıtal ve tehcirleri netice vermişti. Avrupa tarihi bu acı hikâyelerle doludur. Parayı öyle veya böyle toplayanların, Allah’ın emrettiği şekilde fukaranın hakkını vermemeleri, meşhur “sınıf çatışmasının” ana sebebiydi Bedîüzzaman’a göre. Dünya finans merkezlerinden Londra’nın başpapazına 1919’da verdiği veciz ve  beliğ cevapta da aynı prensipler zikrediliyordu. Faizin haram olmasındaki hikmetle, zekâtın farziyetini onlarca eserinde izah eden Üstada göre; ihtilâl, devrim, kaos ve kargaşa buradan kaynaklanıyordu. Faizciler; “Sen çalış ben yiyeyim,” zekât karşıtları da; “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” mantığıyla dünya barışını zir u zeber etmişlerdi.

Karaborsa, stokçuluk gibi kelimelerin kötü ahlâk ve karakterleri tedai ettirdiğini biliyoruz. Piyasadaki adaleti ve düzeni allak bullak edecek şekilde malları toplayanlara duyulan tepkinin, parayı toplayanlara karşı duyulmamasının sebepleri üzerinde konuşabiliriz. Bu gayr-ı ahlâkî ve talihsiz geleneğin köklerini Eski Mısır’a götürmemiz, bize fazla birşey kazandırmıyor. Hile ile önce malları ve paraları toplayıp maddî güç sahibi olanların, aynı imkânla siyaset ve idarelere nasıl müdahale ettiklerini öğrenmek için düne gitmeye gerek kalmadı… Hâlâ Müslüman kanını coğrafyasının dört bir yanında ince sızılarla akıtan 11 Eylül, Kafkas ve Balkan, Arap Baharı ve bütün Turuncu İhtilâllerin anatomisini incelediğimizde, bu cinayetlerin bankalar ve fonlarca işlendiğini görmemek için hangi sebep olabilir ki…

ÂYET VE HADİSE KAPALI MÜSLÜMAN KAPİTALİSTLER…

Kapitalist kelimesini daha çok Marksistlerin kullanması enteresan.. Aslında teorisyen ve pratisyen üst seviyedeki bütün Marksistler aynı zamanda birer kapitalisttirler. İşçi, köylü veya esnaf çocukları bu devrimlerin yalnızca tetikçi veya taşeronları olageldiler. 12 Eylül ihtilâline kadar “Müslüman kapitalist” sözü kullanılmıyordu. Kemalizmin, demokrasice imha edilmekten kurtulduğu bu günlerde İslâmcılarla milliyetçilere verdikleri rüşvet neticesinde yeni bir sınıf çıkmıştı. Bu sınıfın 28 Şubat’ta holdingleşmesi ve yeşil sermaye olarak tukaka edilmesi de bizce bir senaryo idi. Türkiye bankalarını dış güçlere ve Kemalistlere hortumlatanlar, yeşil sermayeyi de aynı çevrelere peşkeş çekmişlerdi. Bize göre “yeşil sermaye” operasyonlarında hırsla hayata para ile saldıranların el ve avuçlarındakiler devletçe alınmasaydı AKP senaryosu sıkıntılı, belki de akîm kalacaktı. 12 Eylül’ün para ve lüks tiryakisi ettiği bazı dindar çevreler, AKP´nin lokal ve global projelerinde sadık birer işçi olacaklardı. Hayatı güzel yaşama hırsının sarhoş ettiği Müslüman kapitalistler; ahlâk, helâl-haram ve insaniyet kaidelerine aldırmadan dolu dizgin kapitalin peşine düşerken Kur’ân’ın men ettiği cem-i mal hırsına veya bankalara adeta köle oldular… Emeğin global zalim dinsiz kapitalistlerce ayaklar altında çiğnenmesine hiç ses çıkarmadılar. Bir reklâmcı veya pazarlamacının aylık on binlerce dolar almasına karşın, halkın çoğu asgarî ücrete talim etmek zorunda kaldı. Hizmet işçileri, inşaatlardaki köylüler ve ameleler, benzin istasyonlarındaki çalışanlardan güvenlikçilere kadar… Müslüman işverenler bu dehşetli sınıf farkının farkına varmadan sermayelerini yükseltirken, belki kendilerini mallarıyla birlikte süpürüp götürecek ihtilâlleri hiç, ama hiç düşünmüyorlardı…

Çoğu işverenlerimizin zekâtı da kendi istikballerine harcadıklarını ve faizi helâl kabullenip sistemle barış içinde yürümelerini gördükçe, içine düştüğümüz kargaşa ve kaosun sebebini daha iyi anlıyoruz. Müslümanın çalışma şevkini kırıp teşebbüs cesaretini yok eden ve milletin en zeki çocuklarını “memuriyet dilenciliğine” sevk eden dehşetli projedeki Müslüman iş adamlarının zenginliğinin, bu arada global haramilerin de işlerini kolaylaştırdığını unutmamak gerekiyor…

MÜSLÜMANLAR NEDEN SUSKUN?

Dünya siyasetinde dinsiz ihtilâlcilerin söz sahibi olduğu bir zamanda, domino etkisini nazarda tutmak lâzım. Belki de zalim Avrupa kâfirleriyle münafık Asyalı tacirlerin yaptıklarını “ticaretin normal düzeni” kabul edenler, bu zalimce oyuna entegre olmak istediklerinden, susmayı tercih ediyorlardı. Bileşik su kapları örneğindeki gibi rüşvet, hırsızlık ve hilenin en dış daireden en iç daireye yansıması evvelâ idarecileri susturuyor, sonra da sermayedarlarımızı… Bu saha ile ilgili resmî ilim adamlarımız ise ya bankacıya, ya sermayedara veyahut fon sahiplerine “danışman” olmuşlar. Şimdilik alacakları ücretlerini düşünüyorlar. Medyanın, global sermayedarların havuzundan içmesi ise milletin ölümcül suskunluğunu arttırıyor. Hz. Ömer’in (ra) adaletini müsamerelerde canlandıranların yargıyı idareye bağlamaları da, bu sistemin sekerata yaklaştığını gösteriyor gibi…

ELHASIL: Müslümanlar Kur’ân ve Sünnete gözlerini kapatarak ne hürriyetlerine kavuşurlar, ne de zengin olabilirler… Dünya sermayesini eline geçirenlerin ellerinde birer oyuncak olmaya devam eden siyasetçilerimiz, ihtilâlci düzenlere entegre olamayacaklarına göre, zararın neresinden dönülürse kârdır ve hayırdır. Avrupa, Amerika ve Rusya idarelerinin “devrimcilerin” mahiyetlerini anlamaya çalıştıkları şu zamanda, siyasetçilerimiz Risale-i Nur’daki Kur’ânî prensiplerle onların yardımlarına koşarlarsa önce kendilerini, sonra ülkelerini ve daha sonra da dünyayı büyük musîbetlerden kurtarabilirler. Hürriyet, demokrasi ve barışın en büyük düşmanlarının bankalar, fonlar ve tüketim canavarını besleyen bankerler olduklarını bir daha tekrarlamış olalım…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*