İlme müştak anneler için

Image
Anneciğimi anlatırken, tebriğe şayân tarihçe-i hayatları tarihin tozlu raflarına terk edilmiş bir çok okuyucumuza, anneleri cihetiyle tercüman olduğumu hissediyorum. Üstadımızın, talebelerinin ebeveynlerine kendi ebeveynleri gibi muamele etmesi, Nur Talebelerinin annelerinin hikâyelerine bizi de sahip çıkarıyor.

Hepimizin anneleri gibi anneciğim de öğrenme iştiyakını, ilim aşkını ve Kur’ânî ilimlere muhabbetini Hatice annesinden almış olmalı… Yatmadan önce fitilli gazyağı çırasının ışığında namaz sûrelerini annnesinin diliyle tekrar etmesi, babasının “okul dersliği” haline getirdiği odası ve İstanbul Türkçesini bu dağ köyünde konuşan öğretmenin kızkardeşiyle arkadaşlığı ailenin ilme ve okumaya ne denli istekli olduğunu göstermiş olmalı. Öğrencilerle sınıfa girmediği halde okuma yazmayı onlar kadar öğrenen bu çocuk, 1937lerde babacığımla evlenip Malatya’ya yerleştiğinde, bu defa ilim yolunda babamı yardımcı buluyor. Mahreç ve tecvit dersi için mahalledeki teyzeyi gizli gizli ziyaret eden annem, evin en güzel Kur’ân okuyanı oluyor, zamanla…

Bu arada anneciğimin babama da Kur’ân öğretmenliği yaptığını ve “kaşıntı” hastalığının eve mahkûm ettiği kırk gün zarfında anemin yardımıyla Kur’ân’ı öğrendiğini belirteyim. Anneciğimden öğrendiği kadarıyla yaşlılığında köyün delikanlılarına Kur’ân’ı öğreten merhum babam yılda en az üç dört defa Kur’ân’ı hatmederdi…

Resmî okullara, dini imânı ders vermediği ve zaman zaman öğretmenler inkâr-ı Ulûhiyete kaçtıklarından mesafeli duran ailenin; çocuklarını ilkokuldan sonra Kur’ân Kursu ve Arapça gibi medereseye yönelik alet ilimleriyle meşgul ettirerek liseye ve üniversiteye göndermemeleri ilginçtir. Kemalist devletin materyalist ideolojisini köye taşıyan öğretmenden dolayı Anadolu’da milyonlarca ailenin çocuklarını üniversiteye göndermediklerine şahit olmuşuzdur.

Anneciğim ve babacığım ilme aşık oldukları halde, mekteplerdeki dinsizlik ve ahlâksızlıktan dolayı yavrularını Kemalist okullarından korumaya çalışırlardı. Hatta ağabeyim Şevket’in çalışkan bir talebe olduğu halde ortaokul üçüncü sınıftan geri çekmişlerdi. Daha sonra demokratların vekil ihdasıyla din görevlisi olmuştu. Kızlara tesettürsüzlük ve karma eğitimden dolayı yol zaten kapalıydı. Osmanlı bakiyesi Anadolu’nun yalnızca bu dağ köyünde değil; Çanakkale, Bursa ve Konya’da da durum aynıydı. Tesettür kalesinin büyük depremdeki tarihçesini 12 Eylül’den sonraki zamanlarda arayacaklardır, istikbaldeki nesiller. Anadolu’yu cehalet mi, yoksa dinî kuralları yıkarak tahsil mi tercihine mecbur eden Kemalizme karşı Anadolu Kadını bu dehşetli ihtilâle kadar kalesini kahramanca savunmuştu…

Demokratların gelişiyle İmam Hatip okullarının ismi bu dağ köylerinde de işitilmeye başlayınca, aile o cihete yönlenir. Henüz Malatya’da açılmamış bu okulun Urfa’da kurulduğunu duyan aile Ahmet Turan Ağabeyimi Barıklı Gölüne bitişik Rıdvaniye Medresesine yerleştirir.

Kur’ânî ilimlere anneciğimin iştiyakı dağ köyündeki evimizi kış mevsiminde medreseye çevirmiş. Bağ bahçe ile hayvan işlerinin azalmasıyla birlikte altı aylığına bizim eve yerleşen medrese hocaları, ablamlarla birlikte köyün bütün çocuklarına Kur’ân-ı Kerîm, Tecvid, Mızraklı ilmihal gibi konularda ders verirlermiş. 1962’nin sonunda ise yine ilim tahsili maksadıyla babacığımın ailece sekiz aya yakın Kâhta’ya taşındığını, kazanın vaizi Hacı Üzeyir Hoca ile Müftü M. Emin Efendilerin rahle-i tedrislerinde bizi okuttuklarını iyi hatırlıyorum. Vaiz Hacı Üzeyir merhumla evlerimiz aynı avluya çıkardı. Topal Mahmut Hoca kız çocuklarına, Hafız Halil Hoca ise erkek çocuklarına Kur’ân dersi verirdi…

İmam hatibe başlayan ağabeyim, ara tatillerinde köye geldiğinde annem yeni yeni şeyler öğrenirdi. Çocukluğumuzda çevremizdeki bir çok köy ve ailede bugünkü tesettür anlayışı yoktu. Kız çocukları evlenmeye yakın başlarını örterlerdi. Saçları güzelce örülmüş genç kızlar beliklerine boncuklarla süslenmiş püsküller takarlardı. Yörede buna “Kezi” denilirdi. Evlenen hanımlar ya entari veya entari üzerine üç etkli kaftanlar giyerlerdi. Başlarını poşu ile süsleyen evli kadınlar en üste beyaz bir başörtüsü kullanırlardı… Yörede “Kıton” denilen bu örtü beyaz yaşmaktan farklıydı… Okulda şerî giyimi öğrenen ve başlarını süsleyen poşunun secdeye mani olduğunu fark eden anneciğim, hemencecik başındaki poşuyu indiriyor, yaşmağını takıyor. Dış kıyafet içinde yorganlar için hazırlanmış renkli veya beyaz pazeni kullanıyor. Ta ki babacığım kendisine şehirden siyah bir çarşaf alana kadar. Poşusunu tarha ile parça parça etmesine ise babacığım yalnızca tebessümle mukabele etmiş. Anneciğim ablalarımın başlarını daha çocuk yaşta örttürmüş. Malatya’da öğrendiği geleneksel dindarlığı köyde devam ettirmiş. Bu yöresel giyim ve kuşamın dine ters olduğunu öğrendikten sonra, büyük bir mücadele ile İslâmî giyim ve kuşamı çevresinde yaygınlaştırmaya çalışır. Zaman içinde yukarda tasvire çalıştığımız kadın manzaralarının anneciğimin büyük gayretleriyle değiştiğine şahit hâlâ onlarca kadın var, bu dağ köyünde…

Merhume Remziye Ablam köyde evlenmiş. Diğer çocukları ya ilim tahsili için veya evlilikle annemi terk etmişler. Tahsile giden erkek çocuklarının hasretini gözyaşlarında yıkayan anneciğim, Allah korkusu ve ilim aşkıyla hüzün ve kederini gidermeye çalışırdı.

Yörede hem tarikat cihetiyle ve hem de fıkhî meselelerde “danışman” bilinirdi. Köy kadınları yeni şeyler öğrenmek ve ibadetteki yanlışlarını düzeltmek için ona gelirlerdi. Bilhassa kış mevsimlerindeki kitap okumalarından çok istifade eder, Sîretün´Nebî, İmam-ı Şamil ve Gazavatlar okundukça sevinç ve hüzün yaşlarını karışık akıtırdı. Türkçe alfabe kitabındaki hayvan resimlerine (köpek, eşek v.s) ve bazı devlet büyüklerinin resimlerinden rahatsız olur, meleklerin eve girmesini engellememeleri için onları ortada bulundurmazdı. Genel olarak öğretmene saygı duyulurdu, ailece… Bir de dindar bir muallim gelmiş ise köye, evin has evlâdı muamelesi görür ve kendisine türlü türlü ikram ve iltifatlarda bulunulurdu.

Anneciğim ile babacığımın bu ilim sevgileri, çocuklarından torunlarına intikal etmiş olmalı ki, binbir meşakkat ve zahmet ile başlayan tahsil geleneği vesilesiyle ailenin bütün erkek fertleri (yüzde doksan) üniversiteden dindar birer talebe olarak mezun olmuşlardır…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*