İman, dünya ve ahiret dengesini sağlar

‘’Kıt’alar arası‘’adlı bir yayın platformunda’’Said Nursî’yi Eleştirel Okumak’’ adı altında Bediüzzaman’ı ve telif etmiş olduğu Risale-i Nur eserlerini, kendilerine göre güya araştırma, yorumlama ve analizini yapma adına eleştirisi yapılmak istenmektedir.

Eğer gerçekten asrın harikası Said Nursî’nin şahsiyetini anlamak ve asrın şaheseri Risale-i Nur’un da gerçek mahiyetini öğrenmek amaçlı bir girişim ise; belki eleştirme adına onu ve eserlerini anlama ve öğrenmeye yarayabilir. Yoksa, öylesine üstünkörü afakî (genel) yani sathî bir anlayış ve yaklaşımla sağlıklı bir sonuç vermez. Gerçekten onu ve eserlerini anlama ve öğrenme isteğinde olan birisi mutlaka enfüsî (özel) yani içten ve ön yargısız bir anlayış ve yaklaşım sergilenmelidir. Yoksa nasıl ki bir şeyi (nesneyi) büyütüp ayrıntılarıyla incelemek ve görünmesini sağlayan bir aygıta doğru tarafından değil de; ters tarafından bakılırsa; o şeyi ya da nesneyi bulanık ve muğlâk göstermekten başka bir şeye yaramaz. Öyle de, afakî ve üstünkörü, eksik ve hatalı bir anlayışla yapılan bir analiz de zihni bulandırmak, ya da yanlış çağrışımlara sebep başka bir sonuç vermez. Diğer taraftan, siyaset bilimi ile din ilmini birbirinden ayırmak lâzımdır. Her birisinin kendisine göre ayrı bir alanı bulunmaktadır. Maddiyata ait değer yargıları maneviyatta mihenk ve mikyas olamaz.

Said Nursî’nin Muhâkemat isimli eserinde bu önemli konuya şöyle açıklık getirmektedir ’’Mesail iki kısımdır. Birisinde telâhuk-i efkâr tesir eder, belki ona mütevakıftır. Nasıl ki, maddiyatta büyük bir taşı kaldırmak için, teavün lâzımdır. Kısm-ı diğerîde, esas itibarıyla telâhuk ve teânün tesirsizdir; bin de, bir de birdir.

Kezalik, hakaik-ı mahza ve mücerredat-ı sırfadan olan maneviyatta, maddiyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, âdeta lâtife denilen kalbin sektesini ve cevher-i nuranî olan aklın sekeratını ilân etmek demektir.

Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise, maneviyatı göremez”(Hakikat Çekirdekleri)

Evet, Fatih’teki Şekerci Hanı’nda kaldığı yerin kapısına “Burada her suale cevap verilir, her müşkül hallolunur, fakat sual sorulmaz” dâvetini asan asrın harikası bir insan; hayatı boyunca kimin hangi sualini cevapsız bırakmış ve kime soru sormuş ki eleştirilsin!? Ama her nedense, şimdiye kadar kim eleştirel bir anlayış ve yaklaşımla eleştirmek istemiş ise; her seferinde; hepsinde ona ve eserlerine karşı sevgi, derin saygı ile takdir ve hayranlık duygusu uyandırmıştır. Çünkü önce irşad ve tenvir, sonra ikna, sonra da ispat ve ilzam eder. İşte Meydan! Said Nursî ve Risale-i Nur eserlerini analiz etmek isteyen; önce kendi nefsî ve şahsî muhasebesini yapma iradesini göstermelidir. Sonra da hakkaniyet ölçülerine göre de analizini yapmalıdır. Asıl sıkıntı burada. Evet, öyle acayip zamanda yaşıyor ki; cahili de âlimi de hiç kimse nefis muhasebesini yapmıyor, ya yapmak işine gelmiyor, ya da hep kusuru başkalarında arıyor. Aklınca başkasını ıslâh etmeye ve ders vermeye kalkıyor. Hâlbuki Bediüzzaman; “Nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez” diyor. Evet, ’’Risaletin-Nur, evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalarına bakar. Elbette nefs-i emaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli şahs-ı manevî dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder “(Kastamonu Lâhikası) İşte işin sırrı ve püf noktası. Bediüzzaman’ın bir asırlık şahsiyeti ve eserlerin gerçek mahiyeti ve ideali ve hedefi ve hayatı boyunca uğrunda mücadele ettiği iman ve Kur’ân dâvâsını anlamak için bir kesitini; Tarihçe-i Hayatı’ndaki ‘’Tahliller’’ bölümündeki, Eşref Edip (Fergan)’a 1952 yılında verdiği mülâkatında bulunuyor. Eşref Edip’in ‘Uzun Bir ayrılıktan Sonra‘ dediği ve Bediüzzaman’la görüşmesi sırasında ona sorduğu ’Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âti için ümit ve teselli vermiyor mu?”(Tarihçe-i Hayat) sorusuna karşılık, Bediüzzaman’ın verdiği o günkü cevabı; öylesine muazzam ve muhteşem ki; günümüz bütün üniversite ve bilim adamlarına muhteşem araştırma tezi, tartışma, yorum ve analizidir. Ayrıca onu doğru anlamak ve eserleri için sağlam bir bilgiye sahip olmak için bulunmaz bir rehber ve değişmez bir anahtardır. Çünkü bütün ömründe bu mihenk ve bütün hayatı bu minval üzeri gitmiştir. Onu yalnız eleştirmek yetmez. Asıl hüner ideal ve hedefi anlamak ve yaşamaktır. Heyhat! Kim bilir, belki de geç kalındı! Şimdi onun Eşref Edip ile arasında yapılan mülâkatın ayrıntılarına geçiyoruz.

Eşref Edip: ’Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âti için ümit ve teselli vermiyor mu?

Bediüzzaman: ‘’Evet, büsbütün ümitsiz değilim… Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan Garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokuşmuş, tefessüh etmiş, batıl formülleriyle? Yoksa, İslâm cemiyetinin terütaze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum. Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar… Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum, yalnız Kur’ân’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki; İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur”. Evet, gerçekten öyle değil mi Hem de öyle de olmadı mı, olmuyor mu? “Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır”(Konferans) diyor.

Evet, doğru gerçekten öyledir. Hem de iman konusu öyle iddia edildiği ve sanıldığı gibi ’birçok soruyu’ da beraberinde getirmiyor; tam tersine, iman; bütün ‘soru’ ve sorunları kaygı olmaktan çıkarıyor. Bütün ‘başarılar için de bir anahtar rolüne sahiptir.

Ali Ataç

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*