İman ve tasdikin en kısa yolu

Nasıl esmada bir İsmi Azam var; öyle de o esmanın nukuşunda dahi Nakş-ı âzam var ki o da insandır.’’ Evet, şu kâinatta insan bir fihriste-i camia (kapsamlı bir liste, bir katalok) olduğundan, insanın kalbi binler âlemlerin harita-i maneviyesi hükmündedir. İnsanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz, telgraf ve telefonların santral denilen merkezleri misillü, Kâinatın bir nevi merkez-i maneviyesi…

İnsan kâinatın misali musağğarıdır’’ gibi insanın mahiyeti maneviyesinin azametine işaret eden cümleler, nazarı dikkatleri bu Nakş-ı Azama çevirip, tetkike ve tahkika sevk ediyor. Çok garip, çok acaip pek sırlı bir mahiyette olan bu nadide varlığı Risale-i Nur mükemmel ortaya koymuştur. Tamamı çok geniş mikyasta Külliyata serpiştirilmiştir. Cenâb-ı Hakk’a ulaşmanın; en kısa, en kolay, en selâmetli yolu, insanın mahiyetinin tam anlaşılması, vücut ve ruhuna emanet olarak bırakılan cevherlerin, sırların, istidatların anlaşılması, çözülmesi ve keşfedilmesidir.

Konu çok geniş ve bir o kadar derin ve ince ki, biz sadece Risale-i Nur’dan alınan birkaç kesitle yetineceğiz. Bununla ilgili İşarat-ül İcaz’da şu satırları okuyoruz: ‘’Cenâb-ı Hak, insanı kâinatta cami bir nüsha ve 18 bin âlemi havi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnektir. İnsanın cevherinde vedia (Emanet) bırakmıştır. Peki bu örnek ve numuneler nasıl açılır, âleme nasıl pencere olur, sıfatı kemaliyeye nasıl mazhar olunur ona bakalım:

‘’Eğer insan, maddî ve manevî her uzvunu, Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-i örfiyi ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerden her birisi, kendi âlemine pencere olur. İnsan, o pencere ile o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şahadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. İşte bu cihetle insan, sıfat-ı kemaliye-i İlâhiyeye hem mazhar, olur, hem müzhir olur. Yani hem nail olur, hem gösterir.

Şimdi, iman ve tasdikte, en kısa yolu gösteren şu satırları gözden geçirelim.

Emirdağ lâhikasında 90 nolu mektupta şunlar yazılı: ‘’ Diğeri ve en kuvvetli ve hakkalyakin derecesinde vicdanî ve hissî, bir derece şuhudî olan hakikat-i insaniye haritasını ve enaniyeti beşeriye fihristesini ve mahiyet-i nefsiyesini mütalâa ile, İmanın şüphesiz, vesvesesiz mertebesine çıkmaktır ki, sırr-ı akrabiyete ve veraset-i Nübüvvete bakar. Ve meseleyi Otuzuncu Söz’ün ene ve enaniyet, Otuz Üçüncü Mektubu’n, hayat penceresine ve insan penceresine havale eder, ayrıca Nurun diğer bazı parçalarında da bunun izahının olduğunu beyan eder.

Ayrıca enaniyetle ilgili Şuâlar’da geçen şu ifadelerde bahsimizle alâkalıdır. ’’Enaniyetin vücudu ise, haksız temellük ve ayinedarlığını bilmemek ve mevhumu muhakkak bilmekten ileri geldiğinden, vücut rengini ve suretini almış bir ademdir.’’

Enenin mahiyeti bu şekilde bilinir ve ona göre malikiyet dâvâsından vazgeçilirse bu karanlık perde kalktığı için vücut nuraniyet kazanır. Cüz-i ihtiyarinin dizgini, cismin elinden alınıp ruh ve kalbe teslim edilir. Yani kalp, sır ve ruh dairesindeki hayata mazhar olunur. Bunların çok geniş bir hayat daireleri var. Bu şekilde geçmiş ve gelecek zamana hulul etmek mümkün olur.

Abdullah Tunç

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*