İmanî hükümlerin hayata yansıması

“Akaidî ve imanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke hâline getiren ancak ibadettir. Evet, Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır. Bu hâle, âlem-i İslâmın hal-i hazırdaki vaziyeti şahiddir.”

İnsanlar gerek sahip oldukları iman bakımından gerekse bu imanlarını hayatlarına yansıtmaları açısından farklı hallerde, makamlarda olabilmekteler.

Bu farklılıklar, insanı, İslami kavram açısından mü’min, münafık veya kâfir diye isimlendirmektedir. Bu isim ve/veya sıfatlandırmaların da dereceleri farklı farklıdır bilindiği gibi.

Mü’min. Ama ne kadar? Neye, ne kadar, niçin inanıyor ve bazı şeylere inanmıyor. Şüpheleri var.

Niçin münafık, niçin kâfir? Kendi kendine mi karar verdi bunun için, yoksa bu isimlendirmeyi başkaları mı yaptı o’nun için?

İnsan bazen isteyerek ve bilerek bu kararlarını verebildiği gibi bazen de başkalarının yönlendirmesiyle bu sıfatların gereklerini yapmaya başlıyor.

Kişi inandığını belirtiyor. İnandığı değerlerin gereklerini yapmaya başlıyor ve hayatını sürdürüyor.

Peki, yeterli mi bu?

İnanç derecesi, inandığını hayatına yansıtma oranı, inandığı ile ilgili etrafta gelen saptırmalara karşı koyma derecesi nedir?

İnandığını yaşama derecesi düştüğünde veya şüphelere karşı koyamadığında ne yapacak bu mü’min?

Mü’minin hayatında iman konusunda 3 engeli var. Bunlar sırasıyla;

—İnanmak-Gerçek iman
—İmanını muhafaza etmek ve/veya kuvvetlendirmek
—İmanını tahkiki hale getirmek.

Peki, bu engelleri yenmek nasıl olacak?

Bunun yolu da, tecrübelerle sabit ki, Risale-i Nur’u okumak ve hakikatlerini hayatına yansıtabilmek.

Çünkü “Risaletü’n-Nur hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risaletü’n-Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risaletü’n-Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye isal eder.”  

Yalnız Risale-i nuru okumak yeterli mi peki bu handikapları aşmak için.

Zamanın sahibi büyük Üstad Bediüzzaman Said Nursi diyor ki; “Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel kesret-i mütalâayla bazan bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalâa ederken, yirmi seneye yakındır ki Kur’ân ve Kur’ân’dan gelen Resailü’n-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları yanımda bulundurmadım. Risaletü’n-Nur çok mütenevvi hakaike dair olduğu halde, telifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.”

O halde, bizler de ‘İmanı kurtarmak, muhafaza etmek, kuvvetlendirmek ve imanı tahkiki hale getirmek’ için yalnızca Risale-i Nurları okumamız yeterli olacaktır. Çünkü yine konunun devamında Üstad, “…Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risaletü’n-Nur’a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.” diyerek bu konudaki(iman konusundaki)son sözünü söylüyor.

İmanın hayata yansıması da ibadetler vasıtasıyla oluyor bilindiği gibi. Peki, ne kadar ibadet edeceğiz? Neye göre ibadet edeceğiz? Ölçüsü nedir, ibadet yapmanın? İlmihal bilgilerine baktığımızda normal olarak uymamız gereken bazı farzlar var.

İmanın derecesine göre normal farzların yerine getirilmesi bazı kişilere göre az gelmekte. Farzlara sünnetler, nafileler v.s. ibadetler ilave ediliyor. İnsan böylece takva, azimet derken imanın hayata yansıma derecesi arttıkça artıyor.

Yukarıda belirtildiği gibi; Risale-i Nurlar imana ait meselelerde yeterli geliyordu. Peki, ibadetler! Yani, imanın uygulanması açısından gerekli olan ibadetler konusunda Risalelerde Üstad ne diyor?

O konuyu da boş bırakmamış büyük Üstad. Yine Kastamonu Lahikasında şöyle diyor; “…Risaletü’n-Nur, gerçi umuma teşmil suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir.”  

Demek risale-i Nur iman konusunda uymamız gereken, bize yeten bir eser olduğu gibi, velayetin-tarikatın esası, takva ve Sünnettin uygulaması, yani ibadetlerin uygulanmasındaki çeşitlilik konusunda da yetecek bir eser olmaktadır.

Konumuzu teyit eden bir hatıra ile yazımı tamamlamak istiyorum. Bayram Yüksel ağabeyin bir hatırası;”Üstadımız Risale-i Nurun hizmetini her şeye tercih ederdi. Hiçbir zaman başka kitaplarla meşgul olduğunu görmedik. Daima Risale-i Nurların neşri, telifi, tashihi,  okuması, yazması ve lahika mektupları gibi hizmetlerle meşgul olurdu. Bize de şu dersi verirdi:

“Bakın, ben başka kitaplarla meşgul olmuyorum. Siz de Risale-i Nurdan başka kitaplarla meşgul olmayın. Risale-i Nur size kâfidir.

“Risale-i Nurun gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüzi bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur sair ilimler gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkikî ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insaniyenin kût ve nurudur.’

Demek ki, imanı elde etmek isteyen, imanını muhafaza etmek isteyen ve imanını sağlamlaştırmak isteyen Risale-i Nurları okumalıdır. Okudukça hem imanı mükemmelleşir hem de imanını hayatına tam olarak yansıtmış olarak çevresine de faydalı ve örnek olur. Yol budur. Okumak, okumak, okumak.

Dipnotlar:
1- İşaratül İcaz. 86
2- Kastamonu Lâhikası,52,
3- agy
4- Kastamonu Lâhikası, 53
5- Şahiner,N. Son Şahitler I

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*