İnkılâpçı padişah: II. Mahmud

Bediüzzaman diyor ki:

Biliniz ki, asker ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer; bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika herc ü merc olur. Asker neferâtı siyasete karışmaz; Yeniçeriler şahittir.

Divân–ı Harb–i Örfî, s. 34

Düvel–i İslâmiyede velev nadiren olsun gayr–ı müslim, askerlikte istihdam olunmuştur. Yeniçeri Ocağı buna şahittir.

Münâzarât, s. 76

Ben işittim ki, askerler bazı cemiyetlere intisap ediyorlar. Yeniçerilerin hadise–i müthişesi hatırıma geldi; gayet telâş ettim. Bir gazetede yazdım ki….

Tarihçe–i Hayat, s. 60
Kurmuş olduğu ordunun baş komutanı, öz oğlunu katletti

Konu hakkında detaylı bilgilere geçmeden önce, Sultan II. Mahmud ve iktidar dönemiyle ilgili belli başlı hususları satır başlarıyla hatırlamaya çalışalım.

* 1785 doğumlu olan Sultan II. Mahmud, 1808’de Saray’da ve hükümet merkezinde yaşanan kanlı boğuşmaların ardından tahta geçti. (Kabakçı Mustafa İsyanı, III. Selim’in katli, Alemdar Mustafa Paşanın asilerle çatışması, vesâire…)

* 23 yaşında tahta geçen Sultan II. Mahmud, 54 yaşında (1839), verem hastalığı sebebiyle vefat etmiş olup, saltanat müddeti 31 senedir.

* Onun devr–i saltanatında, gerek dahilî ve gerekse haricî çalkantılar, yani cephe savaşları ile iç isyanlar, idamlar, katliâmlar ve kanlı boğuşmalar hemen hiç eksik olmadı.

* Sultan II. Mahmud’un en bâriz vasıflarının başında, onun “yenilikçi”, ya da “inkılâpçı” yönü gelir: 1) Orduyu yenileme, değiştirme, hatta lağvetme. 2) Kıyafet inkılâbı yapma; belli sahalarda cübbe, sarık, kovuk ve benzeri kıyafetleri yasaklamak, fes giyme mecburiyeti getirmek gibi…

* Sultan III. Selim’in öldürülmesi ve onun yerine geçen IV. Mustafa’nın da tahttan indirilip hapsedilmesinden sonra, II. Mahmut’tan başka tahta geçme ehliyetine sahip birtek Osmanlı Hanedanı erkeği kalmamıştı. Bundan dolayıdır ki, saltanatın kaldırıldığı 1922’ye kadar gelen bütün padişahlar, Sultan II. Mahmud’un neslindendir. Sultan Abdulmecid (1939–61) ile Sultan Abdulaziz (1861–76) onun oğlu, diğer dört padişah (V. Murad, II. Abdulhamid, Mehmed Reşad ile Vahideddin; ayrıca, son halife Abdulmecid Efendi) ise onun torunlarıdır. (Padişah olan dört torun da, çok evlilik yapmakla nâm salan Sultan Abdulmecid’in çocuklarıdır.)

* Yeniçeri Ocağını söndürerek kaldıran ve onun yerine “Asakir–i Mansure–i Muhammediye” ismiyle yeni bir ordu kuran Sultan II. Mahmud, çok büyük bir taktik hata yaptığını ancak ölüm döşeğinde tam anlayabildi. Hz. Muhammed’in (asm) ismini de âlet ederek kurmuş olduğu bu ordunun, (Mısır Eyaletine bağlı) bir mahallî kuvvete karşı Nizip’te bozguna uğraması Sultan Mahmud’u verem ederken, kendi sevgili oğlu Sultan Abdulaziz’in yine aynı ordunun başkomutanı (Hüseyin Avni Paşa) tarafından önce hâl, sonra da katledilmesi (Haziran 1876) ise, bütün Osmanlı’ya kan ağlattırdı.

Sultan Abdulaziz için sarf edilen şu sözler, dillere destan olmuştur:

Seni tahttan indirdiler,

Beş çifteye bindirdiler,

Topkapı’ya gönderdiler,

Uyan Sultan Aziz uyan,

Kan ağlıyor bütün cihan.

İki büyük inkılâp: Ordu ve kıyafet

Sultan II. Mahmud, 31 yıllık saltanat devrinde, şüphesiz çok işler yaptı, birçok yeniliğe imza attı. Savaşlarda galibiyet ile mağlûbiyet halkaları birbirini takip etti. Sonuç itibariyle, hezimetlerin ağır bastığı söylenebilir.

Şanssızlığı, koca Osmanlı devletinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla yaşlanmış olması. Yaşlılıkla gelen takatsizlik, her canlı gibi her devlet için de mukadder bir âkıbet. Bazıları çabuk çöker. Osmanlı, yine en dayanıklı ve en uzun ömürlü hanedan devleti olarak tarihe geçti.

Şanssızlık bir yana, Sultan Mahmud’un bir de şahsından ve karakteristik özelliklerinden kaynaklanan bazı kusurları vardı.

Meselâ, öz ile uğraşmak yerine kabuk tabakasına önem vermesi. Yani, ilim ve irfan ile insanları, sosyal grupları eğitip aydınlatmak yerine, şekille, kılık–kıyafet gibi işlerle uğraşması, dış görünüşe değer vermesi. Bunun için kan dökmeyi göze alması.

Keza, askeriyede ıslâhat yapmak yerine devrim yapma cihetine gitmesi. Meselâ, Yeniçeri Ocağını çok kanlı bir şekilde ortadan kaldırarak, kendince kökten çözüm yollarını tercih etmesi.

Kazan taştı, ocağı söndürdü

Yeniçeri, Osmanlı’da devşirme piyade kuvvetiydi. Savaşta cepheye gider, yiğitçe harbeder, barışta ise İstanbul’un güvenliğini sağlardı. Özellikle fetihlerde çok büyük hisse sahibidir. Ne var ki, bu önemli kurumu zaman zaman siyasete, şahsî menfaate ve iktidar hırsına âlet edenler de olmuştur. İktidarın vazifesi, bu tehlikeli gelişmelere fırsat vermemektir.

İşte, bazı padişahlar (Genç Osman ve III. Selim gibi), değişik sebeplerle zaman zaman kazan kaldırarak isyan eden Yençeri Ocağını ıslâh etmek yerine, bu askerî kurumu kapatma cihetine gitmişler. Ancak, bu tarz teşebbüsler hep geri tepmiş ve tam aksine sonuçlar vermiştir.

Nihayet, 1808’de padişahlık sırası Sultan II. Mahmud’a geldiğinde, o da aynı şeyi düşündü, ancak harekete geçmek için fırsat kolladı ve tâ 1826’ya kadar bekledi.

15 Haziran 1826’da bir ferman yayınlayan Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağının lağvedildiğini duyurdu.

Bir taraftan da, temin etmiş olduğu alternatif kuvvetlerle, Yeniçeri birliklerinin bulunduğu noktalara ani baskınlar yaptırarak ele geçen bütün neferatı öldürttü. Bir kısmını denize döktürdü.

Bu tarihte, İstanbul ve taşradaki Yeniceri Ocağına kayıtlı askerlerin mevcudu on bini geçiyordu. Fermanı müteakip tenkillerle, hiç mübâlâğasız, askerlerin yarıdan fazlası öldürüldü.

Yaklaşık beş yüz sene hizmet eden bu askeri ocak, bu sûretle söndürülmüş oldu. Üstelik, bu hadiseye “Vak’a–yı Hayriye” ismi verilerek kayıtlara geçirildi.

Kapatılan bu askerî ocağın yerine ise, Asakir–i Mansure–i Muhammediye teşkilâtı kuruldu.

Ne var ki, peygamber ismi âlet edilerek kurulan bu yeni askerî düzen, sonradan zuhur eden hemen hiçbir savaşta ordunun eski kuvvet ve satvetini yakalayamadı.

Dışa karşı âciz duruma düşen, hatta Mısır vilâyetinin mini ordusuna bile mağlûp olan bu yeni teşkilât, aslî vazifesini terk ile siyasete bulaşmayı tercih etti. 1876’da saltanat darbesi yapan aynı ordu, kurucusu olduğu Sultan II. Mahmud’un aziz evlâdı, Sultan Abdulaziz’in başını yedi.

Fes giyme mecburiyeti

Adına “Nizam–ı Cedid” denilen yeni bir orduyu ikame ile Yeniçeri Ocağına son vermek isteyen Sultan III. Selim, bu yaptığının bedelini canıyla ödedi.

“Nizam–ı Cedid”, bir süre sonra “Sekbân–ı Cedid”e inkılâp etti. Sultan II. Mahmud, 1808’de bu isimle Yeniçeri’yi bertaraf etmeye çalıştı. Ancak, ilk hamlede bunu başaramadı. İki askerî birlik arasında iç savaş çıktı. Binlerce insanın kanı döküldü.

Sultan Mahmud, kolladığı fırsatı 1826’da yakaladı ve yaklaşık altı bin Yeniçeri’yi katlettirerek bu ocağı lağvetti. Yerine Asakir–i Mansure–i Muhammediye’yi kurdu.

Sultan II. Mahmud’un ikinci büyük inkılâbı ise, 3 Mart 1829’da ilân etmiş olduğu “Kıyafet Nizamnâmesi” ile gerçekleştirmiş oldu.

Bu ferman ile, kavuk yasaklandı. Sarık ve cübbe ilmiye sınıfına (medrese ehline) hasredildi; başkasının bu kıyafetleri kullanması men’ edildi. Ayrıca, padişah ve asker dahil olmak üzere, bütün devlet mensuplarının fes, setre ve pantolon giymesi mecburi hale getirildi. Ahaliden kimselerin de sarık, külah yerine, yine fes giymesi istendi.

Özellikle, fes mecburiyetinin getirilmesi, halka büyük tepkilere sebep oldu. Tepki gösterenlere ise, çok şiddetli bir cezalandırma yöntemiyle karşı konuldu.

Tarih kaynakları, bu kılık–kıyafet inkılâbı hengâmesinde binlerce vatandaşın cezalandırıldığı ve hatta öldürüldüğünü bildiriyor.

Bu tarihten Hicrî olarak yaklaşık yüz sene sonra ise, yine bir 3 Mart günü (1924) olmak üzere, çok büyük inkılâpların yapıldığı bilinmektedir.

Fesat komitesi bozgunculuk yaptı

Sultan II. Mahmud devrinin mahiyeti hakkındaki en düşündürücü, en mânidar fikir ve yorumlar, Nur Külliyatının en mahrem, en perdeli risâlelerinde yer alıyor.

Şimdi, o perdeleri bir bir aralayarak o derin bahislere ulaşmaya çalışalım:

* Adıyla, sanıyla hemen herkesin bildiği eserin adı Mektûbât.

* Bu temel eserin Yirmi Dokuzuncu Mektubu.

* Dokuz Kısım olan bu Mektubun Sekizinci Kısmı.

* Sekiz Remiz’den ibaret olan bu kısmın ismi “Rumuzât–ı Semâniye.”

* Bu eserin bir diğer ismi ise “Hurufât–ı Kur’âniye Risâlesi.”

* Eserin makamı olan 29. Mektub’un ilgili yerinde şu açıklama var: “Sekizinci Kısım Olan Rumuzât–ı Semâniye: Sekiz Remizdir, yani sekiz küçük risâledir. Şu Remizlerin esâsı, ilm–i cifrin mühim bir düstûru ve ulûm–u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrâr–ı gaybiye–i Kur’âniye’nin mühim bir miftâhı olan tevâfuktur. İleride başka bir mecmuada neşredileceğinden, buraya derc edilmedi.” (Age, s. 427)

* Sultan II. Mahmud devrinin mahiyetine dair bilgi kaynağımız, işte bu Sekiz Remiz’li eserin “Dördüncü Remiz”inde yer alıyor.

* Dördüncü Remiz’in bir diğer ismi de Kevser Sûresinden mülhemen “Kevser Risâlesi” olup “Sırr–ı İnnâ A’teyna”ya dairdir.

İşte, bu sekiz kat perdeli eserde, Sultan II. Mahmud devrinde zuhûr eden hadiselerin mahiyeti hakkında, ana hatlarıyla şu mânâ ve mesajlar nazara veriliyor:

1) 1808–9 yıllarında (Hicrî 1222…) Yeniçerilerin içine giren mason komitacıları, Yeniçeri Ocağını ifsat ederek, onları Hilâfete karşı isyana kışkırttı.

2) Yeniçeri Ocağını ıslâh etmeye çalışması gereken Halife Sultan Mahmud ise, Yeniçerileri kurban (venhar) etmeye mecbur kaldı.

3) Halife Sultan’ı şaşırtanlar, 1808’deki (1222) denemesinde başarısız kaldı; ancak, 1826’da (1242) neticeye ulaştı. Yani, orduyu kullandılar ve Ocağı söndürdüler. (Bu tarihten (Hicrî) yüz sene sonraki yıllarda da benzer hadiseler yaşandı. Mason komitelerinin kışkırtmasıyla, Hareket Ordusu 1909’da (1324) Halife’ye karşı isyan etti. 1924’te (1341–2) ise, Hilâfet makamı lağvedildi.)

4) Yeniçeri’yi kurban eden (yani “venhar”ı yapan) kişi, zahirde Halifedir. O ise, vekil–i Nebevî’dir. Fakat, asıl failleri göstermek lâzım. Bu da, mason komitesi ve Yeniçeri’nin içine giren fesat şebekesidir.

 

Bu ve benzeri tahlillerden istihraç ettiğimiz mânâyı nazara vermek gerekirse, şunları söylemek mümkün:

Bilerek ve kasten, yani şuurî ve kasdî olarak bu fenalıkları (Yeniçeri Ocağını söndürme, kılık–kıyafet inkılâbını yapma, vesaire…) yapmamış.

Belki, dip dalgası halinde cereyan eden fesat odaklarının maksat ve faaliyetlerini tam derk edemediği için, bu derece sert ve kanlı icraatlerde bulunmaya kendini mâzur ve mecbur hissetmiş.

Dolayısıyla, onun durumu da bir derece torunu olan Sultan II. Abdulhamid’in durumuna benziyor. Kendisi iyi bir insan olmakla beraber, tatbik ettiği istibdat siyaseti fenâdır. Hak ve adâlet namına savunulamaz.

Bu açıdan bakınca, Sultan Abdulhamid’e “Kızıl Sultan” demek ne derece yanlış ise, Sultan II. Mahmud’a bazılarının yakıştırmış olduğu “Gàvur Padişah” tâbiri de o derece yanlış ve yersizdir.

NOT: Yukarıda ismini zikrettiğimiz “Kevser Risâlesi”nin Latince matbu nüshasını bizden talep etmeyiniz. Aslı piyasada yok. Var olanlar da, eksik, kifayetsiz ve ehliyetsiz eller tarafından hazırlanmıştır. Orijinali Osmanlıca elyazması olup tıpkı basımı müellifi tarafından men’edilmiştir.

Benzer konuda makaleler:

3 Yorum

  1. merhaba
    Marmara Üniversitesi tarih bölümünde hocayım. burada yazılan bilgilerin çoğu hatalı bir kısmı ise abartılı ve kasıtlıdır. devrin kaynakları vb. yuvarlak ifadelerele binlerce kişinin öldürüldüğü, halk tarafından fese büyük tepki verildiği gibi hususlar muğalatadır. ölüm döşeğinde yeniçerileri kaldırmasının büyük hata olduğu şeklindeki yorum ise hezeyandır. tek bir soru soracağım 1739’dan sonra yeniçerilerin kazandığı tek bir zafer var mı. asker ne içindir, sürekli mağlubiyet için midir. tarihi hadiseler hakkında kulaktan dolma bu tür bilgilerle kitleleri yanıltmak hiç bir şekilde mazur gösterilemez. devrin kaynaklarını ve arşiv vesikalarıa yaklaşık 20 yılını vermiş bir kimse olarak buradaki hezeyanları hiç görmedik. moderniteye gırtlaklarına kadar batmış maddi kültür iliklerine kadar işlemiş sizin gibi çevrelerin kılık kıyafet konusunda II. Mahmud’u tenkit etmesi komik oluyor. gerek şeklen gerekse yaşantı olarak sizden çok daha şarklı sizden çok daha muhafazakardı. son söz: Cehlin bu kadarı mesai iledir ve illa sehl olmaz.

  2. Yüksel Çelik isimli yorumcu, yazıma bir eleştiri getirmiyor. Düpedüz hakaret ediyor. Tahkir ve tezyifte bulunuyor. Doğru dedikleri için bir kaynak ismi de vermiyor. Ben kendim de Marmara Üniversitesi mezunuyum. Bu bilgilerin çoğunu, o üniversitenin hocalarından ders aldık. Ayrıca, en güvenilir tarihçilerden biri olan İ. Hami Danişmend’in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisinde, yazdığımız bilgilerin çoğu aynen yer almakta olup, bu yazar, sadece bize değil, aynı zamanda Üstad Bediüzzaman’a da çaktırmadan tenkitte bulunuyor. Zira, Bediüzzaman, milletin kılık kıyafetiyle uğraşılmasını doğru bulmadığı gibi, ciddi fenalıkların başlangıcı olarak da, II. Mahmud döneminin başlangıcı olan 1808’e atıfta bulunuyor. Dolayısıyla, halifenin kendisini değil, ancak takip ettiği siyasetin büyük zararlar verdiğini Rumuzat-ı Semaniye isimli eserinde ifade ediyor. Tabii, bizi tenkit edenin bu bilgilerden haberdar olduğunu beklemek abes. Fakat, hiç olmazsa tahkir ve tezyifine meydan verilmemeli.

    • Aşık der incitenden,
      İncinme incitenden,
      Kemâlde noksan imiş,
      İncinen incitenden.

      Size karşı bir tahkir ve tezyif görmüyorum. Size sadece eleştiride bulunuyor. Bilgilerinizin doğru olmadığını söylüyor. Elbette kaynak göstermesi iyi olurdu Ama siz insanlara sabır ve tahammül göstermelisiniz. 20. Lemada demiyor mu üstad bir munakasadan hakli çıksanız hoşunuza gitmemelidir diye. Kaldı ki hakli çıkmayı geçtim, beyefendi bisey de dememiş. Lütfen kendinizi enaniyeti boyunu aşmış biri olarak bizlere gostermeyiniz. Siz büyük bir tarih ve din bilginisiniz. Bu tarz munakasalarda yorum icin tesekkur edip kanıt kaynak göstermek yeterlidir gibime geliyor.

      Uzattım hakkınızı helal ediniz

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*