İnsan, cemaat ve siyaset

Image
Yüce Yaratıcı her insanı, daha doğumunda, küçük ya da büyük bir cemaatin içine atarak yaratır. Aile denilen bu birlik ve grup fıtrî olduğu gibi, irade sahibi olan her insanın kendi iradesiyle çeşitli sosyal gruplara dâhil olmasını da aslında fıtrat iktiza eder.

İnsanın bu dünyadaki vazifesi ilim ve duâ ile tekemmül etmektir. Hem ilim, hem de duâ ve dolayısıyla gelişme “diğerleriyle birlikte” olursa daha güzel olur. Sadece “ben” ve “sen” diyen nefisler ve eneler, “biz”e ulaşamaz. “Biz”den sonra gelen ve tanınması gereken asıl varlık olan O’na ise ulaşmayı dahi düşünmez.

Kur’ân, kâinatı, O’nun dilinden, “biz”e okur. Bu yüzden biz de Bediüzzaman Hazretleri gibi “Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa!..” diye korkup titreriz, Kur’ân’ın muhataplarını arttırmaya gayret ederiz.

Kur’ân’ı anlamak ve Kur’ânla yaşamak için bir araya gelip cem’ olmak, farklı kişilerle, çeşitli şekillerde ve değişik mekânlarda olur: Namazda camide, zikirde tekkede, ilim meclisinde medresede, bir hocanın ders sırasında, bir kitabın mütalâa halkasında, bir gazetenin müdavimliğinde, bir internet paylaşım sitesinde, bir chat odasında…

Hepsi, kendi makamında en üstünü olabilir. Yeter ki ihlâsla olsun, içten pazarlıklı olmasın, başka gizli maksatlara ve bilhassa dünyevî amaçlara âlet edilmesin.

İnsanlar elbette dünyevî maksatlar için de cem’ olacaklardı. Bu, sosyalleşmenin de bir gereğidir. Şirketler, dernekler, sendikalar, partiler, hep dünyevî organizasyonlardır ve bir tür dünyevî cemaattirler.

Otoriter yönetimler muhalefet istemedikleri için muhalefet ve rekabet edebileceğini düşündükleri dünyevî ve sivil bütün örgütlenmeleri yasaklar. Onların yerine, “vatandaşlık bağı” ile bağlanılacağını bildirdiği tek bir resmî cemaat tarif eder. Bu cemaatin içinden de kendisine uygun yapıda çeşitli sun’î sosyete/societé’ler ve bir de bürokratik elitler cemaati diyebileceğimiz imtiyazlı gruplar çıkararak bunların gücüne dayanır.

Yine bu tür yönetimler, iktidarı sürdürmek ve resmî toplum denen devleti ve onun vatandaşlarını dilediği gibi yönetebilmek için, insanı tek-tipleştirmeye çalışır. Bu sebeple, kimlik farklılığının önemli kaynaklarından biri olan dinî aidiyeti ve dinî cemaatleri de yasaklar. Dünya için dini de tek-tipleştirir ve dolayısıyla bunun ihlâsa aykırı sonuçları ile ilgilenmez.

Türkiye’de ve birçok İslâm ülkesinde dinî hizmetlerin ve faaliyetlerin önündeki en önemli engel, devletlerin bu yanlış algısı ve yanlış kurgusudur.

Cumhuriyet idaresi de bu yanlışı, uzun zaman, ısrarla sürdürmüştür.

Ancak dinî cemaatlerin, özellikle jakoben siyasetçiler ve sahibinin sesi bürokratlar nezdinde korku kaynağı ya da tepki sebebi olduğu günler geride kalmaya başlamıştır. Cemaatler, halk arasındaki meşrûiyetlerini devlet nezdindeki legalite ile pekiştirmeye başlamışlardır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni genel başkanının geçen hafta gazetelere akseden sözleri ve görüşleri de bu değişimin işaretlerinden biridir. Ancak Kılıçdaroğlu’nun dahi sözlerinde yer verdiği, dinî cemaatlerin dünyevîleşmesi ve siyasîleşmesi endişesini—o dediği için değil, gerçekten gerektiği için—doğru şekilde okuyup algılamak ve riskleri bertaraf etmek için gereğini yapmak lâzımdır.

Bu bağlamda önümüzdeki süreçte özellikle şu soruların ortak cevaplarını aramalıyız:

nNur göstererek hizmet eden Nur cemaatlerine mi, yoksa ‘topuz’u elde etmeye ve elde tutmaya çalışan siyasî-dinî cemaatlere mi daha fazla ihtiyaç var?

nDinî cemaatlerle ilgili peşin hükümlerin ortadan kaldırılması için gereken tedbirler nelerdir?

nCemaatlerin maddî büyüme isteğinin riskleri nelerdir? Bu riskler nasıl kontrol altına alınabilir?

nDinî cemaatlerin siyasetle ilişkisinin sınırları neler olmalıdır?

nDinî cemaat içinde ve din hizmeti için faaliyet gösteren dünyevî ve maddî organizasyonların işleyişi ve cemaatle bağının sınırları nelerdir?

nDinî cemaatlerin uluslar arası ilişkilerinde ve maddî-mâlî kaynakları kullanmada uymaları gereken prensipler nelerdir?

nCemaatlerin birbirleriyle ilişkileri, birbirlerine yardımı, desteği ve nasihati, birbirini ikazı ve yapıcı tenkidi nasıl olacaktır?

Sorular ve çalışma konuları çoğaltılabilir.

Ancak unutmamalıyız ki, Bediüzzaman Hazretlerinin en temel eserlerinden olan İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerindeki prensipler, sadece “Nurcular” için değil, bütün ehl-i iman için temel rehber ve kaynak durumundadır. Bencillikle ya da bizcilikle değerini düşürmek hakkımız değil, her ihtiyaç sahibi ile paylaşmak suretiyle değerini yükseltmek boynumuzun borcudur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*