İnsan denen varlık ve Hak katındaki mükellefiyetleri

İnsan denen varlık, yani biz, yani ben, yani hemcinsimiz olan her fert! Öyle karışık, öyle anlaşılması zor, öyle muamma bir mahlûk ki…

Bir yönüyle çok mükemmel, şerefli, şahane ve harika!

Diğer yönüyle çok gaddar, rezil, hain, inkârcı, nankör, kindar ve zalim!

Bu tenakuzun, zıtlığın, bilinmezliğin, karışıklığın, sırrın, muammayı çözmenin tek yolu Kur’ânî yolu takip, sünnetî tatbikatın tam olarak bilinip, idrak edilip, anlaşılması, özümsenmesi, kabullenip, ittiba edilmesiyle ancak mümkün olur.

Şu uçsuz, bucaksız kâinat boşluğu ve içindeki bütün mevcudat insanoğlu için yaratılmış. Kelimenin tam anlamıyla onun için dayanıp, döşenmiş. Dört yüz bin çeşit canlı varlık, insan idrakinin çok üzerindeki mesafelerdeki, milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, kara delikler ve daha nice cisim ve varlıklar da insanın emrine musahhar kılınıp, onun istifadesine verilmiş.

Melekler, ruhaniler, cinniler de yine onun lehine, faydasına, emrine amade olarak yaratılmış. İnsanoğlunun her işinde ve fiilinde bütün bu mevcudat ve mükevvenat onun için hazır ve nazır durumdalar. Devamlı hizmete amade olarak hazır vaziyette bekliyorlar.

Bütün mesele bu konumda yaratılmış olan insanın, yaratanına karşı bu hak edişlerin karşılığını verip veremediği, yaratılış gayesine uygun hareket edip edemediği; kendisine düşen vazifeleri hakkıyla yapıp yapamadığı konusudur.

Bu ve buna benzer yüzlerce, binlerce aklı ve muhakemeyi zorlayan soruların cevaplarının bulunacağı, bu asrın idrakine en uygun kaynak eser Risale-i Nur Külliyatı olacaktır. Bu konuda açıklamalar, açılımlar, çözümler en güzel şekilde orada mevcut. Şimdi bu kaynakta olan konumuzla ilgili bazı hakikatleri, ölçüleri, fikir ve yorumları paylaşmaya çalışalım.

İnsan, kâinatın, hayatın, canlıların, şuur sahiplerinin en seçilmiş mükemmel yaratığı. Önemli olan bunu bilip idrak edebilmesi! İşte şükrü netice veren yaratılış gayesine bir örnek izahat:

Kâinat bir ağaç hükmünde halk edilip, en mükemmel meyvesi zîşuur ve zîşuurun içinde en câmi meyvesi insan yapılmıştır. İnsanın en ehemmiyetli, belki netice-i hilkati (yaratılışının neticesi) ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı (hayatının meyvesi) olan şükür ve ibadeti, o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halk eden o Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? (Lem’alar, 23. Lem’a, sh: 249, yeni: s. 443)

İşte insanlığın en büyük problemlerinden olan “hastalıklar”ın Allah’a sığınmaya götüren hikmeti hakkında kısa ve özlü bir izah:

“Allah’ın dergâhına kamçı vurup sevk eden en keskin ve en tesirli sebep hastalıklardır.” (Şuâlar, sh: 14)

İşte “nimeti” nimet eden şifaların hikmetini öne çıkaran harika bir açıklama:

“Mükemmel bir şevkle Allah’a karşı şükre sevk eden ve tam mânâsıyla minnettar edip hamd ettiren tatlı nimetlerin; en başta şifalar ve devalar ve afiyetlerdir.” (Şuâlar, 2. Şuâ, s. 14)

İnsan; yaratılış hikmetinin ve mükemmelliğinin sırrının; “her zaman, her dakika Hâlıkına iltica, yalvarmak, hamd ve şükür etmek olduğunun” şuurunda mı? (Şuâlar, 2. Şuâ, s: 14)

İnsan, fıtratının bir mezraa hükmünde hem hayra hem de şerre temayülüyle beraber, taneler gibi kader kalemiyle içine ekilmiş olduğunu; bu tanelerin hayatlanmak için bir suya muhtaç olduklarını; menfur heves ve hislerden gelen şer tanelerinin hayatlanmasıyla dünya üzerinde yaşanan şu habis medeniyetin menfurluğunun oluştuğunu; fıtratta, hayır ciheti galip olduğunu, fakat sümbüllenmiş, meyve vermiş on çekirdeğin, yüz değil, bin kurumuş çekirdeğe galip geldiğini; bunun tek çaresinin ise; fitne kapısını kapatmakla suyu Hüda tarafından vermek olduğunun farkında mı? (Eski Said Dönemi Eserleri, sh: 578)

İnsanoğlu Hafîz ismiyle büyük-küçük her şeyi kayıt altına alınacak, bunun neticesinde Hak ismiyle bütün hizmetlerinin mükâfatını ve kusurlarının cezasını çekerek her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek, saadet-i ebediye ziyafetgâhının veya cezasının, daimî hapishanesinin kapıları açılacak ve bu âlemde çok üstün kumandanlık vazifesi bulunan insan, toprağa girip her amelinden sual olunacaktır. (Şuâlar, 11. Şuâ, s: 198-199, yeni: 342-344 )

İşte şuurla ibadet edip, duâ ve yalvarmanın neticesini bildiren mükemmel bir izah:

İnsan, Ezelî Kudret Sahibinin büyük hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirlerle mukabele edebilirse, o sesler, duâlar, zikirler birbirine birleşerek, birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetine karşı bir kulluk gösterebilirse, o zaman küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duâyı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız” emrine, küre-i arz uyuyor. Bu sırr-ı ittihad ile kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor. (Lem’alar, 17. Lem’a, s: 178, 9. Nota, yeni: 312)

Ve insana “insanlık” değer ve kıymetini ihtar eden etkili ve ibretli bir ikaz:

“Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü (günahı) ve zulmü büyük ve ayıp ve zenbi azîm biçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur’ân-ı Hakîmin daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur’ân’ın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesine ittibâdır. Gir ve tâbi ol.” (Lem’alar, sh: 134)

Ve aklı, insafı, merhameti, adaleti değer olarak alan ibretli bir değerlendirme:

“Felâketi gören zalimler, beşerin perişaniyetini hazırlayan gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlara ceza vermek tam müstehak ve mutabık bir adalet-i Rabbaniyedir. Eğer o felâketi çekenler mazlûmların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı dinîyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musîbeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.” (Kastamonu Lâhikası, sh. 80, 70. Mektup)

Gerçek değerimizin, kıymetimizin, kulluğumuzun, abdiyetimizin ve insanlığımızın “Hak” tarafından kabul ve makbuliyet göreceği dengeli ve istikametli bir hayat yaşamak dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*