İnsan toprağa yakındır

Masallar, rüyalar, hayaller âlemine değil bu yolculuk… Toprağa…
Artık topraktan çok uzağız.

Daha bir daha; tekrar o yakınlığımız olur mu; bilmem. Bilmem de dönmek istiyor muyuz; onu da bilmem.

*

Daha internet yoktu. Belki adı bile… Otobanlar yeni yeni o eski samimî yollarımızın “arasına” girmişti. O zamandan hissikablelvuku olacak ki tedirginliğim bu mısralara yansımış:

“Ben otobanlardan bıktım;

Telefondan da…

Eskiden daha mı yakındık; ne!

Şimdi yollar çok uzadı.

Kargacık burgacık yollar asfalt olalı;

Yakınlar, yakınlıklar kayboldu.” (Açık Kapı/Ali Hakkoymaz/Sezgin Neşriyat/1997)

*

Patika yollarımızdan gökyüzüne tırmanırdık.

Çocuktuk ve o renk ve dans cümbüşü kelebeklerin peşine düşerdik. İncecik bir şiir… Uçucu bir hikâye… Evet masal bu işte! Gerçek bir masal… Konar, kalkar. Titrek, ürkek… Onun adresi yerinde duramamak… Uçmak… Misafirliği hatırlatmak… Bağlanıp kalmamak… Her tarafı heyecan kokan bu ufacık can; candır işte!

Kelebek, de! Uçan çiçek, de! Kararsızlığın zirvesi, de! Sen yine dön o çocukluk ülkesinin kelebekli yolculuklarına!

*

O kelebekleri biz ürküttük; değil mi!

Toprağı altımızdan biz kaydırdık; değil mi!

Yollarımıza geçilmez köprüleri biz attık; değil mi!

Yazın eriyen, kışın çatlayan o simsiyah asfaltları biz yaydık; değil mi!

En ufacık yere bir iki ağaç dikeceğimize oraya, korona tipli evleri biz diktik; değil mi!

Her şeyi içinde o hapisane evlere bedenimiz sığsa da… ruhlarımızın dışarda kaldığını (kendimizden başlayarak) itirafa yanaşmayan bizdik; değil mi!

Önce ekmekleri bozan bizdik; değil mi!

*

Aslı, esası, genetiği, rengi, tadı, kokusu, dokusu bozulan meyvelerin, sebzelerin ülserden kansere iyi bir aşı olduğunu birileri nasıl da fark etti ve sofralarımıza zehirler akıttı.

Sonra aman doktor derdime bir çare!

Hangi doktor?!

Meyvenin aslı bozulur da doktor, öğretmen, öğrenci, işçi, idareci, hacı, hoca, atölye, fabrika, okul, roman, şiir, hikâye, ev sahibi, misafir yerinde durur mu! Onlar da Yeller Ülkesi’nde çoktan yersizliğini aldı.

*

Doktor dediğin önce hastasını düşünecek de… Öğretmen, öğrencisinde fena olacak da… Çiftçi, her buğday tanesine kalbinden bir parça bırakacak da… Hangi “sermaye” ile… İnsanın özü, özünden kopmuş, koparılmışsa… öze dönüşün yollarındaki işaretler silinmişse… derhal bir “Dünya Meclisi” kurulmalı…

*

Kabul edelim ki dünya bir Çıkmaz Sokak’ta… Belki de ilk defa böyle cihan şümul bir yeknesaklık… Hava bile bedava değil artık!

*

Havası, suyu, ekmeği bozulan bir dünyada; medeniyetin tahtı sağlam olabilir mi!

*

Aklına ne geliyorsa söyle; hangi şey yerli yerinde?

*

Savaşlar yıkardı; yıktı. Rekabet kızıştıkça kızıştı. Öteki ötekini görmezden geldi.

Netice?

Daha ne olacak; maskeli, kelepçeli, otur otur, kalk kalklı, ifratlı, tefritli zamanların ortasına düştük.

*

Yollar yapılmayacak mıydı? Asfalta karşı mısın sen? İnternet, otomobil, tren, gemi, beton binalar olmasın mıydı? Soruları çoğaltın; bu bir kenarda dursun da…

Karınca yuvalarına dokunmayacaktın.

Gölleri kurutmayacaktın.

Denizin, gökyüzünün mavisine el sürmeyecektin.

Çiçek isimleri ansiklopedilerde unutulmayacaktı. Çiçeksiz hayat olur mu!

*

Balıkların şikâyetçi oldukları kim?

*

Zalimlerin zalimi, cahillerin cahili; gizlenme oralarda; ayağa kalk! Zaten her şey apaçık ortaya çıkacak. Bir özür dilemek yok mu?

*

Eteğinizdeki taşları yere bırakın. Kalbinizi, planlarınızı şuraya -ayna masaya- koyma cesaretiniz var mı?

*

Sen topraksın ve toprağa yakınsın ve sende renk renk esma yansısın diye böylesin. şimdi söyle: “Neylesin?”

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*