İnsanın yaratılış gayesi ve vazifeleri

Kâinat; Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, her şeyiyle mükemmel bir sahra, harika bir saray, muazzam bir şehir, hoş bir hane, tatlı bir beşik, güzel bir seyrangâhtır.

İnsan ise kâinattaki en mükerrem ve mükemmel varlıktır. Varoluşundan beri insanoğlunu; “İnsanın yaratılışındaki hikmet ve maksat nedir?” sorusu hep meşgul ede gelmiştir.

Bu soru asırları kuşatan ve bütün zamanları, beyinleri, akılları meşgul eden ve muknî cevaplar bekleyen bir soru olarak hâlâ insanlığın önünde durmaktadır. Bu soruya karşı en güzel cevabı verecek kaynak da hiç şüphesiz ki İlâhî kelâm olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’dır. Bu asırda ise biz insanların anlayacağı şekilde bu konuyu en güzel izah eden, delilleriyle gösteren Kur’ân’ın mu’cizevi bir tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatıdır.

Risale-i Nur’da; münhasıran “insan” konusunda çok geniş ve çeşitli bahisler, atıflar ve referanslar vardır. İnsanın yaratılış gayesini izah eden delil ve ifadelerin özeti olan bir kısmını birlikte mütalâa etmeye çalışalım:

İnsanın yaratılışındaki maksat ve gayeler:

• İnsan yaratılış gayesi; Cemal-i Ezeli’nin tecellisine şeffaf bir mir’at, bir ayna olmaktır.

• Cenâb-ı Hak Ganiyy-i Mutlak’tır. Âlemde bu kadar dalâletlerin ve pek çirkin fena şeylerin yaratılışında ne hikmet vardır?
Cevap: Kâinatta maksud-u bizzat ve küllî ve şümullü olarak yaratılan, ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebei olarak yaratılmışlardır ki, hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevilerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vahid-i kıyasi olsunlar. Cenâb-ı Hak, insanı pek acip bir terkipte halk etmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkip içinde besâteti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği âzâ, havâs ve letâifin herbirisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür’at, teâvün ve imdattan anlaşıldığı üzere, herbirisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar.

• Fıtratı ve çok özel hilkati sayesinde, insan ubudiyet yolunda gitmek, bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerine, kısımlarına mazhar olmaya aday şeklinde yaratılmıştır. Eğer bunu yapmayıp enaniyet yolunu takip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara düçar olmaya müstehaktır. İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insana çeşit çeşit meyiller, arzular verilmiştir.

• İnsan, en müntehap, seçkin şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister. İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefin bulunur.

• İnsanın en ehemmiyetli yaratılış gayesi, fıtratının neticesi ve hayatının meyvesi olan şükür ve ibadettir. Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil olan Cenâb-ı Hakk’a, kendini sevdirmek ve tanıttırmaktır. Kâinatın meyvesi olan insanın en mükemmel kulluk vazifesi bu olsa gerektir. İnsanın hilkatinden maksat ibadet ve taat olduğu halde, maalesef büyük bir kısım insanlar, bunu yerine getirmez. Ömürlerini yanlış mecralarda kullanırlar. Allah’a inanmak yerine şirke saparlar.

• Kâinatın Hâlık-ı Hakîm’i, kâinatı bir ağaç hükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur ve zîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yaratmıştır. İnsanın yaratılışının bir maksadı da; Allah’ın gizli hazinelerini göstermektir.

• Yaratılıştan maksat semavat, arz ve cibalin hamlinden aciz kaldıkları emaneti kaldırmak ve sahiplenmektir. Bu emaneti yerine getirmenin en güzel yolu ise; sıfat-ı İlâhiyeye muhatap olma ve bir ölçü (vahid-i kıyasî) vazifesini görebilmektir. İnsanın yaratılış maksadı öyle acayiptir ki; bütün enva ve âlemlere fihriste olmuştur.

İNSANIN KIYMETİ VE ÖZELLİKLERİ

• İnsan, istidatça en zengin, arza nisbeten ise bir zerre olan bir varlıktır. Bekaya en ziyade müştak, muhtaç ve en çok lâyık ve müstehaktır. Saadet-i ebediyeyi hadsiz duâlarla isteyen, yalvaran, bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen bir yaratıktır.

• İnsan, cismen küçük, zayıf, acizdir, fakat pek yüksek bir ruhu taşıyor. Büyük bir istidada sahiptir. Sınırlandırılmayacak meyilleri vardır. Sonsuz emeller sahibidir ve sayılamayacak fikirleri vardır.

• İnsan, hitabât-ı Sübhâniyeye ve konuşmalara en anlayışlı bir muhatab-ı hastır. İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün Müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavi bir irtibat ve bağlılık elde eder.

• İnsan, İsm-i Âzam’ı taşıyan âyetü’l-kürsîdir. Kâinat Kur’ân’ının âyet-i kübrasıdır. Kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, küllî hakikatlerle Cenâb-ı Hakk’ın Hak ismine bağlanan bir varlıktır. Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı ubudiyetle, küre-i arzın zikrini temsil eden, duâ eden, aktârıyla namaz kılan, etrafıyla, semâvâtın üstünde izzet ve azametle nâzil olan; “Namazı dosdoğru kılınız!” emrine, küre-i arz adına da uyan zîşuur bir varlıktır.

• İnsan, mahlûkata zabitlik eden, hayvanat ve nebatâta kumandanlık yapan ve mevcûdât-ı arziyeye halifelik etmeye müsait, hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden bir varlıktır.

• İnsan, sonsuz acz ve fakrıyla beraber Cenâb-ı Hakk’a olan imanıyla; kudret ve gınâ ve izzetine mazhar olmuştur. İnsan, şu kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesidir. Yüzer fenler ve binler san’atlarla teçhiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli bir nâzır hükmündedir.

• İnsan; zîhayat âlemlerinin dairesi içerisinde en önemli mevki olan “nokta-i merkeziyede” yerini alan müstesna bir varlıktır. Adeta, zîhayatlardan maksat olan gayeler onda toplanmıştır.

• İnsanda var olan yüksek fikir; onun mahiyetini ulvî, kıymetini umumî, nazarını küllî, kemalini çok geniş, lezzet ve elemini daimî kılmıştır. Bu hal hiçbir canlıda ve şuur sahibinde mevcut değildir.   

• İnsanın bir ferdi, başka mahlûkatın bir nev’i gibidir. Zira insandaki nur-u fikir, emellerine, ruhuna öyle bir gelişme, öyle bir genişlik vermiştir ki, bütün zamanları yutsa doymaz.

• İnsanın en öncelikli ve en büyük vazifesi, tesbih ve tahmiddir. Mahlûkatın yapmakta olduğu tesbihata şehadet eder. Sanii; hamd ü sena eder. İnsanın yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir. İstidatlarını inkişaf ettiren, ibadettir. Meyillerini yerine getiren ve zinetlendiren ibadettir. Emellerini tahakkuk ettiren, ibadettir. Fikirlerini genişletip intizam altına alan, ibadettir. Şehevî ve gadabî duygularını had altına alan, ibadettir. Zahirî, batınî uzuvlarını, duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir. İnsanı, mukadder olan kemalâtına yetiştiren ve Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, kalbiyle, diliyle çıkardığı sesler, duâlar, zikirlerle mukabele etme şuurunu idrak edip yerine getiren de insan denen varlıktır.

• Mü’min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan mânevî bir ömrü vardır.
Bütün bunların yanında insan inançsızlığa düşerse, yolunu şaşırırsa; mahlûkatın en zalimi olur. İnsan kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Neticesinden istifade ettiği şeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir.

• İnsan, lezzet-i hayat cihetinde en elemli, dehşetli elemlerle hem hal olan varlıktır.

• Âlemlerin ve gönüllerin efendisi, Ekmel-i Küll olan Hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yoluna intisap edilerek bulunacak sırat-i müstakime dâhil olmak ve mu’cizat-ı ahlâk-ı kâmilesiyle şereflenerek son nefese kadar onu takip etmek gerçek insanlık ve şereftir. Bu şerefle yaşayıp ömrü devam ettirmek dillek ve temennisiyle…

Kaynaklar:
* İşârâtü’l-İ’câz, s. 32, 57, 141-142.
* Lem’alar, 17. Lem’a, s. 178, yeni tanzim s. 31, 223. s. 249, yeni tanzim s. 443.
* M. Nuriye, s. 39-40, 156; yeni tanzim, s. 294, 165; yeni tanzim s. 75, 174, 75, yeni: 140.
* Mektubat, s. 349.
* Muhakemat, s. 126.
* Sözler, Meyve, s. 325.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*