İnsanın zulme kapı aralayan duygusu “nefret”

Yunus Emre’nin “Ana rahminde geldik pazara/Bir kefen aldık döndük mezara.” mısralarında ifade ettiği gibi, mezara kadar çok kısa bir ömrü olan insanoğlu, canlılar aleminde tanınması, tarif edilmesi ve özellikle de anlaşılması en zor varlıktır.

Aristo insanı “düşünen hayvan”, Konfüçyüs “öğrenen hayvan” Socrates “sorgulayan hayvan” Descartes “konuşan hayvan” ve Gazali’de insanı “Tutarsız bir hayvan” şeklinde tarif etmektedir. İnsan neden hayvana benzetilerek tarif edilir anlaşılır gibi değil.

Oysa İnsan eşref-i mahluktur yani yaratılmışların en şereflisi. Ancak bu şeref, insanoğlunun Allah’a (cc) karşı sorumluluklarını yerine getirmesine ve salih amellerle iyi bir kul olmasına bağlıdır. Aksi takdirde, esfel-i safilin, yani aşağıların en aşağısı bir varlık olması da söz konusudur elbette.

Nitekim Tin suresinde Allah(cc) şöyle buyuruyor.“Muhakkak biz insanı ahsen-i takvimde yarattık. Sonra da onu esfel-i safiline döndürdük. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka.”

Üstad ise insan ile alakalı olarak “kâinat ağacının çekirdek-i aslisi, kâinat Kur’ân’ının ayet-i kübrası, ism-i azamı taşıyan Ayete’l kürsi’si, kâinat sarayının en mükerrem misafiri, mes’uliyetli nazırı, halife-i arzı, bir nevi müfettişi, mutasarrıfı, çok geniş ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî, kâinat Sultanının ism-i Azamına mazhar ve bütün esmasına en cami bir ayinesi, en anlayışlı bir muhatab-ı hassı, kâinatın zihayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı, hadsiz acziyle ve fakrıyla beraber, hadsiz maksatları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zihayatı, istidatça en zengini ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve ona ihsanlar eden Zat’ı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok harika bir mu’cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkat” diyerek, harikulade bir izahat yapar.

İnsanın ağlayan, gülen, hayal kuran, üzülen, seven, sevilen, duygulanan, yardım eden, yardım alan gibi güzel hasletleri olmakla birlikte, bir de kızan, bağıran, gönül kıran, öfkelenen, nefret eden, kötülük yapan, zulmeden, gibi menfi halleri de vardır.

İnsan ile diğer canlılar arasındaki en önemli fark “nefret duygusudur”. Zira canlılar arasında, nefret duygusu olan tek varlık sadece insandır. Yani nefret bahusus insana mahsus bir duygudur.

Hayvanlar yuvalarına, yavrularına ve yiyeceklerine dokunulduğunda, bir savunma refleksi olarak, tabiatları gereği vahşi duygularını gösterebilmektedirler. Bu durum onların yaratılışlarının gereğidir. Yuvasına yavrusuna ve rızkına dokunulmadığı müddetçe her zaman sevimli ve uysal hallerini görmek mümkündür.

Oysa insanın, ne zaman nasıl bir tepki göstereceği hiç belli değildir. Bilhassa nefret duygularının devreye girmesi ile birlikte, birçok canlıdan daha vahşi olabilmektedir. Hele bir de buna öfkesi eklendiğinde, çok daha şedid bir hâl alarak, dünyanın en gaddar en zalim mahlukatı olabilmektedir. Bunun pek çok misalini insanlık tarihinde görmek mümkündür.

Cahit Zarifoğlu’nun “Burası dünya, ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik.” dediği gibi, insanoğlu neden yaratıldığını, dünyanın fani, ebedi hayatın da ölümden sonra başlayacağını unutmamış olsaydı ve ecel gelmeden, ömrün bu kadar kısa olduğunu idrak edilebilmiş olsaydı, nice pişmanlıklara sebebiyet veren ve zulme kapı aralayan nefret duyguları da elbette ortaya çıkmazdı.

Nefret, insan aklının kullanılmadığı ve halisane duyguların yok olduğu bir anda, güç ve kudretten beslenerek, enaniyet ve kibrin vicdanları karartmasıyla ortaya çıkar. İçimizdeki tüm güzellikleri, yakıp küle çevirir ve geriye sadece, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen insanlığımız kalır.

Emin Fırat

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*