‘İnsanlar fıtraten Hâlık’ını pek ciddî severler’

Sevmek bir başlangıçtır. Neye mi başlangıçtır? Önce kendini, sonra çevreni, eşyayı, dünyayı, kâinatı vs. Hülâsa, bütün yaratıkları tanımak için bir başlangıçtır sevmek. Ve sonunda onları Yaratanı gerçekten tanımak için sevmek başlangıçtır. Çünkü, “..insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler…” (Lem’alar, Münâcat, s. 359)

 

Sevmek maddî bir olgu değildir. Yani “Şu kadar seviyorum” diye bir ölçü konamaz. Çocuklara her zaman sorulan bir soru vardır. ”Anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun?” diye. Çocuk, nasıl cevap vereceğine karar veremez. Bazen anne, bazen de baba olur veya her ikisi olur bu sorunun cevabı. Yani, böylelikle, sevgiyi tek tarafa vermez bir bakıma sınırlamaz sevgisini. Zaten bilindiği gibi diğer birçok şeyin aksine sevgi, paylaşıldıkça artar.

Sevgiler karşılıksız, menfaate dayanmadan olursa gerçek sevgi sınıfına girer.

İnsan hayatı sevgiyle yeşerir, büyür, gelişir. Sevgi olmazsa, hayatın tadı da olmaz.

Bir şey sevildi mi, onun hakkındaki her şeyi bilmek ister, insan. Bu yönden sevgi, ilmin de başlangıcıdır. Sevilmeden öğrenilmeye çalışılan bir ilim dalında başarılı olmak hayaldir.

Sevgi, insanı gerçek sevgiye, yani, Yaratanın sevgisine ulaştırmalıdır. “..insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir.”

Sevmek kelimenin tam anlamıyla muazzam, muhteşem bir olaydır. Kendini sevmek, aileni sevmek, insanları sevmek, çiçekleri, hayvanları, yaratılan her şeyi sevebilmek, mü’min kardeşlerini sevmek, Habibullah’ı (asm) sevmek… Ve bütün bunları Allah namına sevmek.

Evet, görüldüğü gibi sevgi, her şeyi, her yeri, hâsılı hayatı, kâinatı kuşatıyor. Sevgiyle yaşamak, sevgiyle büyümek ve sonunda O’nun (cc) sevgisiyle ölmek her insanın gayesi olmalıdır.

Sevgi-muhabbet, insana Allah tarafından verilmiş özelliklerden birisidir. İnsanın sevdiği şeyi Allah hesabına sevmesi, hem onu değerlendirir, hem de Allah’ı sevindirir.

Her insanın kendine has, kendinde farklılaşan sevgisi vardır. “O da sevilir mi?” diye bir soru, seven için çok abestir. Birisinin sevdiği, başkasının nefretini çekebilir. Demek ki herkesin bir sevgi kriteri-ölçüsü vardır ve olmalıdır da.

Allah’ın sevdiğini sevmek bir mü’minin en önemli hasletlerinden birisidir. Bu tür sevmelerde farklılıklar yaşanmaz, yaşanmamalıdır. Allah neyi seviyorsa, Peygamberimiz (asm) neyi seviyorsa biz mü’minler de onları sevmeliyiz. Ölçü bu olduğunda sevgi fiili de düzene, intizama girmiş demektir. Artık bundan sonra “Bunu niye seviyorsun?” “Şunu sevmelisin” gibi sözler havada kalmaya mahkûm sözlerdir.

Hâsılı, muhabbet O’na oldukça, O’ndan oldukça muhabbettir. Muhabbet öyle bir özelliktir ki, paylaştıkça artar, arttıkça paylaşılır. Dünya muhabbet hamuruyla yoğrulmuştur.

“İnsanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler…” diyor Üstad Hazretleri. Buradaki ‘fıtraten’ kelimesi manidârdır. Allah’a inanmayan ve O’na sevgi duymayan bir insan bile—zahiren Yaratıcısını sevmiyor gibi gözükse de—dünyada elde ettiği onca nimeti, teknolojik yenilikleri vs. kullanması ve sevmesiyle, her şeyin yaratıcısı olan Allah’ı da fıtraten sevmiş olmaktadır.

Evet, Yunus’un dediği gibi ”Yaratılanı sevdik Yaratandan ötürü” deyip her şeyi Cemil-i Mutlak hesabına sevmeliyiz. Biz Yaratıcımızı sevdiğimiz gibi, Yaratıcımız da bizi gerçekten sevmekte; hem de sevdiğini her vesileyle bizlere göstermektedir. Nasıl mı? Daha dünyaya gelmeden evvel bizim ihtiyaçlarımızı düşünerek yaratması, doğduktan sonra yaşamamız için gerekli her şeyi önceden bilip zamanı geldiğinde bize vermesi ve bunları biz istemeden vermesi sevdiğini açıkça göstermektedir.

Sevgiyle kalın.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*