İnsanlığın dört mertebesi

“Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.” 1

Mezkur ifadede dört cümle içinde insanlık için dört mühim mertebe beyan edilmiş.

Birincisi:

İlk mertebe iman meselesidir. Yaratılışın en büyük gaye ve hedefi Allah’a inanmaktır. Bundan daha büyük bir maksat ve netice yok. İnsanın en mühim vazifesi imandır. İnsanı insan yapan, insana hayat veren ve geçmiş ve geleceğini aydınlatan imandır. Yani, Allah’ın var ve bir olduğuna inanmak, tek ve yekta olduğunu kalben tasdik etmek, mülkün sahibi olduğuna itikat etmek… Kainattaki bütün faaliyetleri icra ettiğine, her bir hareketin onun izni ve müsaadesi ile gerçekleştiğine tereddütsüz iman etmektir. Hiçbir şeyin ona zarar veremediğine, hiç bir şeyin de kendisine fayda vermediğine, istediği her şeyin olduğuna, istemediği hiçbir şeyin de olmadığına can-ı yürekten inanmaktır. Demek ki insan önce mümin ve Müslüman olacak. Bu nedenle biz önce Müslüman sonra doktoruz. Önce mümin sonra mühendis ve öğretmeniz ve hakeza…

İkincisi:

Elbette ki inanan ve iman eden bir insanın ilk olarak merak edeceği şey Allah’ı tanımak olacaktır. Onu isim ve sıfatları ile tanımaya çalışacaktır. Dünya ve sema yüzündeki Esma-ü Hüsnanın tecellilerini idrak etmeye gayret edecektir. İşte Allah’ı isim ve sıfatları ve şuunatı ile tanımaya çalışmak insanlık için en büyük mertebe, en büyük makamdır. İnsanlık için bundan daha ileri bir mertebe yok. Ve her insan için de bu kapı açık. Şimdi dünyevi makamlara insanların büyük teveccühleri var. Bu gün için dünyevi olarak en büyük makalardan birisi Amerika başkanı olmaktır. Dünyada şu an yaklaşık sekiz milyar insan yaşadığı düşünülürse, her bir insan için ABD başkanı olma ihtimali sekiz milyarda birdir. İman makamı ise bir ülkeye başkan olmaktan çok daha büyük bir mertebe ve çok daha ileri bir makamdır. Çünkü bir insan bu dünyada geçici olarak Amerika gibi bir mülkün sahibi olabilir. Bu sahibiyet ise mezara kadar devam eder. Bütün makam ve mevkiler, şan ve şerefler, dünyaca büyük zannedilen mertebeler kabir kapısına kadardır. Ancak iman eden sıradan bir mümine bile en az dünya kadar ve belki de ondan daha fazla bir ebedi mülk vaadi vardır. İşte bu nedenle iman ve marifet mertebesi dünyaca büyük sayılan ABD başkanı olmaktan bile çok daha büyük bir mertebedir. Ondan çok daha yüksek bir makamdır. Bu makamı kazanmak ihtimali de sekiz milyarda sekiz milyardır. Çünkü her insan iman ederek bu mertebeyi kolayca kazanır. Yani her bir insan için kapı açıktır. Her insan “La İlahe İllallah” diyerek bu kapıdan girebilir. Hiçbir engel ve zahmet yoktur. Yeter ki insan inanmayı istesin ve iradesini bu yönde kullansın.

Üçüncüsü:

Elbette ki iman eden insan Allah’ı tanıyacak ve sonra da bu tanıma ile ona muhabbet edecektir. Onu isim ve sıfatları ile sevecek, sevgi ve muhabbetle itaat edecektir. Çünkü muhabbetin ölçüsü itaattir ve itaatin de en büyük göstergesi ibadettir. Bunların ölçüsü ise Resul-ü Ekremin (asm) sünneti seniyyesine uymaktır. Çünkü Kainatın yaratıcısı kendine olan muhabbeti Resulüne olan itaat ile, onun tebliğ ettiği hakikatlere ve Kuran’ın hükümlerine tabi olmak ile bağlamış. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmrân Sûresi, 3:31) fermanı ile bu mühim hakikati tüm insanlığa ders vermiş.

İşte bu nedenle muhabbetin ölçüsü itaattir. İtaatin göstergesi ibadettir. İbadet ve muhabbetin en güzel misali ise maddi ve manevi hayat-ı Muhammediyedir. Demek ki sünnet-i seniyye hem iman ve marifeti, hem de muhabbet ve itaati ihtiva etmektedir.

Dördüncüsü:

Elbette ki iman eden huzur bulur. Kainatın yaratıcısını tanıyan ve inanan maddeten ve manen mutlu olur, sürur duyar, haz alır, hayattan lezzet alır. Allah’ı tanıdıkça bu huzur ve lezzeti artar. Ona muhabbetin bir göstergesi olan ibadet ve itaatle bu lezzeti daha da ziyadeleşir. İman ve marifetullah nimetlerini tattıkça sevinç içinde hayattan lezzet alır. Yaptığı işi Allah hesabına yapar, nimetleri de yine Yaratıcısının rızası dairesinde sarf ederse her şeyden lezzet alabilir. Mesela bir elmayı yediniz, ondan lezzet alırsınız. Eğer bu nimeti Allah hesabına yer ve ondaki iltifat-ı ilahiyi hissedebilirseniz ve şükrünü de yapar iseniz bu bir lezzet-i ruhani olur. İşte bütün nimetler böyledir. Allah hesabına sarf edilen her nimet böyle bir ruhi lezzet verir. Bu nedenle ruhi lezzetin en küçük bir nimetten tutun da diğer maddi ve manevi nimetlere kadar mertebesi vardır. Tabi ki zikir ve ibadet ile elde edilen ruhi lezzetlerin derecesini tarif etmek mümkün değil. Ancak yaşanarak idrak edilebilir.

Zaten iman, marifetullah ve muhabbet-i ilahi başlı başına bir lezzet ve sürur kaynağıdır.

Dipnot:
1- Mektubat, 20. Mektup, s.317

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*