İnsanlığın geçirdiği beş devir

Bediüzzaman diyor ki:

Beşerin başı ihtiyar; edvâr–ı hamsesi (beş devri) var: (1) Vahşet ve bedeviyet, (2) memlûkiyet, (3) esâret, şimdi dahi (4) ecîrdir (maaş/ücretçilik), başlamıştır, geçiyor. (5) ?..

Beşer, edvârda (geçmiş devirlerde) esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecîr (maaşlı) olmuştur; onun yükünü çeker, onu da parçalıyor.

Sözler/Lemeat, s. 650

Ehl–i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev–i beşerin hayat–ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat–ı içtimâiye–i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş:

Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir.

Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev–i beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler.

Mektubat, s. 353
Şu son devirde bile, ilk(el) devir hayatını yaşayanlar var

Yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde, sayısız denecek kadar çok yeraltı şehirlerine rastlanıyor.

Aynı şekilde, denizlerin dibinde yapılan çalışmalarda da, suya gark olmuş birçok eski yerleşim alanlarının varlığını ortaya çıkarıyor.

Bütün bu ilmî çalışmalar ve yapılan laboratuvar analizleri sayesinde, geçmiş devirlerde insanların yaşamış olduğu sosyal, kültürel ve medenî hayat tarzları hakkında da yüksek ölçekte bilgilere, verilere sahip olabilmekteyiz.

Elde edilen yazılı ve görsel kaynaklardan hareketle, neticede şunu anlıyoruz ki, insanlar, ana hatlarıyla beş devir yaşamış.

Bunlar kısaca şöyledir:

1) İlkel hayat (vahşet ve bedevilik) devri.

2) Kölelik (memlûkiyet) devri.

3) Esirlik devri.

4) Ücretcilik devri.

5) Serbestiyet (liberal) ve malikiyet devri.

Bazı Avrupalı filozofların (Marks gibi) yanı sıra, büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî de, eserlerinde bu “beş devir”lik tasnife yer vermekte ve fakat özellikle “beşinci devir”in mânâ ve mahiyetini tarif noktasında diğerlerinden ayrılmaktadır.

Meselâ, Karl Marks, beşinci devir hakkındaki temel felsefesini “komünizm/komün hayatı” tezine dayandırırken, Said Nursî ise, son devrin “serbestiyet ve malikiyet” devri olacağını ifade etmiştir.

Geçen zaman içinde yaşanan gelişmeler, ileriye yönelik tahminler, öngörüler, veya kontrolü neredeyse imkânsız hale gelen iletişim teknolojisinin bahşetmiş olduğu imkânlar nazar–ı itibara alındığında, görünen genel tablo Said Nursî’nin tezini kat’i sûrette doğrulamaktadır.

Zira, insanlık âlemi, gerek sosyal ve gerekse siyasî yaşayış veya kabulleri noktasında serbestiyet, malikiyet, hürriyet, cumhuriyet, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel ferdî hakların sağlanması istikametinde kararlı adımlarla yol almaktadır.

Bu da gösteriyor ki, insanların ekseriyeti kölelik ve esirliği çağdışı bulup temelden reddederken, artık sınırlı bir maaşa mahkûm olmayı da kolay kolay kabullenemiyor, benimseyemiyor. En azından, kendisi de çalıştığı işyerinin ya ortağı, hissedarı olmak istiyor, ya da iş performansına uygun şekilde prim talep ediyor, bonus talep ediyor.

Sosyal ve iktisadî hayat noktasında durum böyle olduğu gibi, siyasî görüş noktasında da hürriyet ve demokrasinin yükselen değerler listesinin en üst sırasına doğru çok güçlü hamleler yaptığı görülmektedir.

Bütün bunlar, müsbet mânâdaki serbestiyet ve malikiyete dayalı hayat tarzına kuvvet vermektedir.

Ancak, bunun yanı sıra, eş zamanlı ve atbaşı giden bir başka durumdan da söz etmekte fayda var.

Ülke ve coğrafya farkı olmaksızın, bazı insanlar, elindeki bütün fırsat ve imkânları nefis ve şeytanını, heva ve hevesini tatmin etme yolunda kullanıyor.

Zahiren, bu da “serbestiyet ve malikiyet” gibi görünmekle birlikte, esasında bu tarz bir yaşayış, nefis ve şeytana esir ve köle olmaktan başka birşey değildir.

Evet, nefsinin her arzusunu yerine getiren, onun esareti ve sultası altına girmiş demektir.

Zira, hakiki hürriyet, kişinin ne kendisine, ne de başkasını zarar vermediği bir hayat tarzıdır.

Şu garip asrın garip hayat tarzlarına bakın ki, beşinci devrin hükümranlığı dünyanın hemen her tarafını sarmış durumda iken, kimi insanlar veya sosyal gruplar hâlâ ilk devrin, ya da ilkel devirlerin vahşetini, zulmetini, esaretini andıran hayat safhalarını yaşıyor, yahut bunu başkalarına yaşatmaya çalışıyor.

Dinler ve hükümetlerin rolü

İnsanlık tarihiyle birlikte dinler ve hükümetler de var olagelmiştir.

Şayet, insanı terbiye ve hayatı tanzim eden dinler olmasaydı, insanlık vahşetten, bedeviyetten, memlukiyet ve esaretten kurtulma şansını, fırsatını bulamayacaktı.

Aynı şekilde, semavî dinlerden ilham alan hükümetler olmasaydı, sosyal hayat yine hercümerç olmaktan kurtulamayacaktı.

Demek ki, insanlığın geçirmiş olduğu “beş devir”in günahlarını, menfîliklerini, hak dinlere ve müsbet hükümetlere yüklememek lâzım.

Kimi siyasî habis cereyanlar ile menfaatini öncelleyen sosyal gruplar, ellerine geçen fırsatı en katı, en insafsız bir sûrette kullanarak, geniş kitleleri vahşî ve bedevî bir hayata, ardından köle ve esir hayatını yaşamaya zorlamışlar, mecbur bırakmışlardır.

Menfaatperestler, sondan bir önceki merhalede ise, kitlelere esirliğin bir üst modeli olan ecirliği revâ görmüşler, milyonlarca insanı belli bir ücret mukabilinde ömür boyu çalışmaya adeta mahkûm etmişlerdir.

İnsanlık, nihayet son elli–yüz yıllık süreç içinde ciddî bir uyanış içine girdiler ve Allah’ın onlara bahşetmiş olduğu fıtrî kabiliyeti, kapasiteyi tam olarak kullanma ve ortaya koyma erdemine eriştiler.

Bu yöndeki duygu ve düşüncelerin inkişafıyla, hür teşebbüs iradesi güçlendi. “Teşebbüs–i şahsî ve hiss–i rekabet” kamçılandı. Bu ise, makine–i tekemmülât–ı medeniyenin buharı hükmüne geçti. (Bkz: Said Nursî; Nutuk, Prens Sabahaddin Beye mektup, 1908.)

Risâle–i Nur’da ilmî/fikrî takip

Üstad Bediüzzaman, “Beş devir”den söz ederek, bunların sadece dördünün ismini zikrettiği Lemeat isimli eserini 1921’de telif ediyor. (İstiklâl harbinin en ateşli hengâmesi içinde beşinci devir olan “serbestiyet ve malikiyet”ten söz etmek, kolay olmasa gerek.)

Bediüzzaman Hazretleri, o tarihten en az on sene sonra telif etmiş olduğu Mektubat/28. Mektup’ta ise, yukarıda sıralamış olduğumuz beş devrin tamamını yazarak, nisbeten daha geniş izahatta bulunuyor.

Bu da bize gösteriyor ki, Risâle–i Nur’daki sırlı hakikatlerden biri de “ilmî/fikrî takip” meselesidir.

Bir risâlede, izahını veya devamını tam olarak göremediğiniz bir bahsin mütemmimi, bir başka bahiste, bir başka risâlede karşımıza çıkıyor.

Bu ise, müellifin kesben, kasden veya iradî bir çalışmasının değil, şaşmaz bir kudsî iradenin, bir İlâhî inayetin eseridir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*