İnsanlık öldü, başımız sağolsun

Asr-ı Saadet’ten daha bir asır geçmeden Tabiin imamlarından olan Hasan-ı Basri Hazretleri talebelerine demiş ki; onlar, (sahabe) sizi görse “Bunlar nasıl Müslüman, siz onları görseydiniz, bunlar nice insan derdiniz.”

O zamanda hak ile bâtıl yerle gökler arasındaki mesafe gibi birbirinden uzak idi. Her şey yerli yerinde, yaşananlar olması gerektiği gibiydi. Küfür bile karanlık olmasına rağmen tabir caizse delikanlıydı.

Gide gele mesafeler öyle bir daraldı ki omuz omuza; bir adam hem ehl-i salât, hem de küfrün elindeki oyuncaklarla kendi kardeşine vurmaya başladı ki, vicdanların kör ve sağır, yüreklerin nasır tuttuğu, dillerin haksızlık karşısında lâl olduğu zamanları yaşıyoruz.

Sahi onlar bizi görseydi bize ne derlerdi?

Bu hâle nasıl geldik, dersek, asrın doktoru Bediüzzaman teşhisi koyuyor:

“Şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.”

Yine aynı derste:

“Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzât saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor.”

Yani insanlar Asr-ı Saadet’te marziyyat-ı İlâhi’yeyi ararken her halini ona göre tanzim ediyor, bu zamanın insanı da dünyevî menfaatler üzerine tesis ediyor. Arzî ve semavî müvazeneler.

14 asırda neler değişti dersek evvelâ insanlık kriterleri değişti.

Harpte ölüm ânında suya kanmış olan bir sahabi, su isteyen başka bir yaralıyı tercih etmesi ve dört ahiret yolcusuna su nasip olmadan şehadet şerbeti içmeleri, sena-yı Kur’ânîye mazhar olacak kadar âlî ruhlu olanlarla, miras için ebeveynini öldürme noktasına gelecek kadar vahşileşip bir canavara dönen insan, aynı tezgâhtan geçip yapı taşı olan karbondan elmasla kömür ayrıştırımına tabi tutuldu.

MÜSLÜMANIN HÂLİ PÜRMELALİ

On binlerce insan içerde ve ne için yattıklarını bilmiyorlar. Doğru dürüst bir iddianame de hazır değilken, vatandaş çoktan adını koymuş bile. İşte falanca örgütten.

Soruyoruz:

Ne yapmışlar?

– Bilmiyor musun?

Neyi?

– Diyorlar ya, yapmışlar, -mişler vs.

Yine soruyoruz:

Duyumlarla bir topluluğu, millet nezdinde mahkûm etmek Kur’ân’a ters düşmüyor mu?

– İşte bunlar filan meselede şunu, bunu yaptılar, öyle ise bu işleri de onlar yapmışlardır.

500 civarında bebek hapishanelerde büyüyor, yüzlerce çocuk annesinden koparılmış.

Ya Nur Ener, Topal Hafız gibilere ne diyorsunuz?

– Vardır suçları, örtülü ya da yaşlı olmaları suç işlemediklerini göstermez. Bebekli anne içeri alınmaz diye bir kaide mi var?

Delil var mı?

– Bylock, banka hesabı..

(Bütün tutukluların karbon kâğıtla aynı şekilde içeride tutulmaları da ayrı bir ironi )

Tabiri caizse topu taca atmak gibi, hukuk ihlâllerini ve imha operasyonlarını meşrû göstermek çabaları siyasetin nasıl insanı savurduğunu ve değerlerimizi nasıl kaybettiğini gösteriyor.

Bir anektod:

Sol tandanslı biri son dönemde bir müddet hapiste yatıp çıkan bir dostuna soruyor:

– İçerde bunlar ne yapıyorlar?

Cevap çok manidar; (Nur Ener kızımızın anlattığı gibi)

– Herkes Kur’ân, Cevşen ve Risale-i Nur okumakla meşgul.

– Peki bunlar deli mi, bunca eziyet ve zulme hiç mi tepki göstermiyorlar?

Bir solcu bunu söylerken benim dindarım “oh olsun, beter olsunlar” ya da onca zulme hukuksuzluğa ses çıkarmıyorsa vay halimize!

Yine bir dostumuz şöyle diyordu:

Yarın mahşer günü çok şaşıracağız, hiç beklemediğimiz hallerle karşılaşacağız (hafazanallah)

Şimdiki halimiz bu. Elbetteki bu devran böyle devam etmez. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi, her kışın da bir baharı vardır. Sular bulanmadan durulmaz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*