Irkçılık belâsı

Risâle-i Nur eserlerinde dikkat çekilen tehlikelerden biri de unsuriyet, yani ırkçılık fikridir. Bu anlayışa sahip olanlar “bir kavmi veya kendi soyunu daha şerefli sayarak diğer insanları hakir görmek” isterler. Bu yanlışla yola girildiğinde ise artık her şey “benim ırkımdan mı değil mi?” ölçüsüyle ölçülür. Neticede de zulümler, haksızlıklar ve yanlışlar ortaya çıkar.

Mimsiz medeniyet, güya insanları bir arada tutmak niyetiyle ırkçılığı teşvik etmiştir. “Bal” yediklerini düşünenler, bu düşüncesinin zehirli olduğunu ise çok geç fark etmiş ve bu gecikmenin neticesinde bütün insanlık ağır bir fatura ödemiştir. Dünya savaşlarında yaşanan cinayetler başka nasıl yorumlanabilir ki!

Bediüzzaman Hazretleri, felsefe ve Kur’ân hikmetinin sosyal hayata verdiği terbiyeyi kıyaslarken şöyle der: “Ammâ hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimâiyede nokta-i istinâdı ‘kuvvet’ kabul eder. Hedefi ‘menfaat’ bilir. Düstur-u hayatı ‘cidâl’ tanır. Cemaatlerin râbıtasını ‘unsuriyet, menfî milliyeti’ tutar. Semerâtı ise, ‘hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir.’ (…) Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.” (Sözler, On İkinci Söz, s. 122)

Unsuriyet fikrinin ve ırkçılığın bulaşıcı bir hastalık olduğu artık çok daha iyi biliniyor. Başta Avrupa ve Amerika olmak üzere bütün ülkeler, bu anlayıştan kendilerini korumak ve kurtarmak için çareler arıyorlar. Geçen günlerde düzenlenen bir toplantıda, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Avrupa’da artan ırkçılığa dikkat çekerek, “Avrupa’da bir ekonomik kriz var. Ancak bu krizin öyle ya da böyle sonlanacağına inanıyorum. Fakat artan ırkçılığın tehlikesi, ekonomik krizden çok daha tehlikeli” demişti. (Zaman, 24 Mart 2012)

Evet, ekonomik krizler bir şekilde aşılır; ama unsuriyet ve ırkçılık krizini aşmak çok daha zor. Çünkü bu kriz, dem ve damarlara işleyen, nefsin de hoşuna giden bir kriz. Tutulduğu hastalığa sevinen ve ondan kurtulmak istemeyen bir kişi iyileşebilir mi?

Irkçılığa uzak durması gerekenlerin başında mütedeyyin insanlar geliyor. Ama maalesef, bu hastalık onları da, bizleri de fena halde tesiri altında bırakmış durumda. Bu kötü hastalığa, ‘milliyetçilik’ adını verip onu el üstünde tutanlar var. Bu anlayış da terk edilmeli.

Irkçılığın insanı nasıl dönüştürdüğüne misal olması bakımından, New York Üniversitesi öğretim üyelerinden Selçuk Şirin’in bir tesbitini aktarmakta fayda var. 11 Eylül’deki terör saldırılarının ardından ABD’de görev yaptığı üniversitede öğrencilerinin kendisine bir anda ‘’Müslüman hoca’’ olarak bakmaya başladıklarını anlatan Şirin, 11 Eylül’ün hemen ardından gelen 12 aylık dönemde ABD’de Müslümanlar açısından çok şeyin değiştiğini, Müslümanlara karşı ayrımcılığın bir anda yükseldiğini ve ‘’nefret suçlarının’’ 17 kat arttığına dikkati çekmiş. (AA, 28 Mart 2012)

Yıllar boyu uyguladıkları politikalarla ırkçılığı teşvik edenler, bugün acı faturalar ödüyor.
Fransa Ulusal İnsan Hakları Danışma Komisyonu tarafından yayınlanan bir raporda da, ülkedeki yabancılara yönelik “güvensizlik ve hoşgörüsüzlüğün giderek arttığı” uyarısı yapılmış. Raporda, yabancılar ile Müslümanların “tehdit edici ve zararlı kişiler olarak algılanmasına ilişkin eğilimin artmasının endişe kaynağı olduğu” yorumu yer almış. (AA, 28 Mart 2012)

Dünya, ekonomik krizle mücadele ettiğinden daha fazla ‘ırkçılık anlayışı’yla da mücadele etmek mecburiyetinde. Aksi halde bu anlayış, insanlığı mahvedebilir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*