İsa Aleyhisselam

Dönemin önde gelen, nüfuzlu ailelerinden birine mensup olan Hz. Meryem’in annesi Hanne, uzun bir süre çocuk sahibi olamamış ve yaşlanmaya başlamıştır. Buna rağmen çocuk hasretiyle yanmaktadır.

Bu hasret ve arzuyla Cenâb-ı Hakka duâ etmiş ve samîmî duâsı kabul görünce hamile kalmıştır. Hamile kaldığını öğrendikten sonra, doğacak çocuğunu Mescid-i Aksa’nın hizmetine adamaya karar vermiştir. Hz. Meryem doğduktan sonra annesi vadini tutmuş ve kızını hizmete vakfetmiştir. Ancak o zamana kadar bu dini hizmete erkekler dışındakiler kabul edilmemiştir. Hz. Meryem’in teyzesinin kocası olan Hz. Zekeriya’nın (as) girişimleri ve koruması altında hizmete kabul edilmiştir.

Hz. Meryem, çocuk yaşta hizmete verilmiştir. Büyüdükten sonra, ev halkından ayrılarak, Mescid-i Aksa’nın doğu tarafında, insanların bulunmadığı ıssız bir yere çekilmiş ve sürekli ibadetle meşgul olmuştur. İffet sahibi, terbiyeli, örnek bir hayat yaşamıştır. Bu şekilde hayatını sürdürürken, Cebrail’i (as) insan suretinde karşısında görünce irkilmiştir. Korkusundan Allah’a sığınırken, Cebrail’den de kendisine dokunmamasını istemiştir. Cebrail, kendisine Allah tarafından tertemiz bir erkek çocuğunun ihsan edileceğini ve bu yüzden orada olduğunu söylemiştir. Meryem, şimdiye kadar hiçbir erkeğin elinin kendisine değmediğini, dolayısıyla nasıl çocuk sahibi olabileceğini sormuştur. Cebrail, zorluğun insanlar için söz konusu olduğunu, Cenâb-ı Hak katında hiçbir zorluğun bulunmadığını bildirmiştir. Aralarındaki konuşmadan sonra Hz. Meryem’e doğru nefes veren Cebrail oradan ayrılmıştır. Daha sonra, Allah’ın lütfuyle Meryem hamile kalmıştır. Böylece İslâm inancına göre, Hz. Adem (as) nasıl ki, babasız olarak yaratılmışsa, İsa Aleyhisselâm da babasız olarak yaratılmıştır.

Hz. İsa’nın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda, farklı rivayetler olup, Hıristiyan kaynaklarında da farklı tarihler yer almaktadır. Doğum tarihinin, Milattan önce dört ile altı yıl evvel olduğu rivayet edilmektedir. Yıl konusunda ihtilâf olduğu gibi, ay ve gün olarak da farklı tarihler ileri sürülmüştür. Batıda bulunan kiliseler 25 Aralık gününü doğum tarihi olarak kabul edilip kutlarken, doğu kiliseleri tarafından 6 Ocak kabul edilip kutlanmaktadır.

Hz. İsa’nın doğumundan sonra kavminin yanına dönen Hz. Meryem, büyük hakaret ve iftiralara uğramıştır; “Ey Meryem! And olsun ki sen çirkin bir şeyle geldin. Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü birisi değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem 19/27-28) mealindeki ifadelerle, iffetsizlik ve gayrı meşrû çocuk doğurmakla itham edilmiştir. Ancak bunlara cevap vermemiş, bu iftiralar üzerine beşikte bulunan bebek İsa, müfterilere cevap vermeye başlamıştır; “Ben Allah’ın kuluyum. Allah Teâlâ bana kitap verdi ve beni size peygamber yaptı. Nerede bulunursam bulunayım, Rabbim bana çok çok hayırlar verdi. Mübarek kıldı. Hayatta olduğum müddetçe bana namaz ve zekatı tavsiye etti. Ayrıca şu sizin ayıpladığınız mübarek iffetli anneme de, her zaman ihsanda bulunmamı, hürmet ve ikramda kusur etmememi emretti. Allah beni cebbar ve şaki yapmadı. Doğduğum, öldüğüm ve diri olarak kalktığım gün Allah’ın selâmı ve selâmeti benim üzerimedir.” (Bünyamin Ateş, Peygamberler Tarihi, 3. bs., İstanbul,YAG Neşriyatı, 1993, s. 603).

Hz. İsa, müfterilere, gayrı meşru biri olmadığını, Allah’ın sevgili kulu ve peygamberi olduğunu bildirdiği gibi, annesinin de masum ve iffetli biri, hürmet ve ikrama lâyık anne olduğunu belirterek masumiyetini bildirmiştir. Bir diğer önemli husus, Kur’ân-ı Kerim’de peygamber isimleri verilirken, falanın oğlu diye tabir geçmediği ve sadece kendi isimleriyle anıldıkları halde, “Meryem’in oğlu İsa” (Hadid 57/27) tabirinin geçmesi de Hz. Meryem’in şahsiyetinin önemli bir göstergesi olmuştur. Kâinatta cereyan eden kanunları gören, bu kanunların sürekli ve düzenli bir şekilde işlediğine şahit olan, bu kanunların bir Yaratıcı tarafından ihdas edildiğini kabul etmeyen kesimler, Hz. İsa’nın, babasız olarak yaratılmasını kabul etmemiş ve buradan hareketle asırlarca inkâr edegelmişlerdir. Oysa ki, kanunların bağlayıcılığı insanlarla ilgili bir husustur. Kanun koyucu ise istediği zaman bunu değiştirebilir veya daha farklı bir şekilde uygulayabilir, Meselâ:

“Bir satranç tahtasındaki atın biran şuurlu bir varlık olduğunu düşünelim. Satranç oyuncusunun kendisi ile hep bir ileri, bir çapraz, fille çapraz, kale ile düz oynadığını gözlemlemiştir. Bu gözlemden, oyuncuyu bu şekilde oynamaya mahkûm eden bir hal olduğunu ve başka türlü oynamasının mümkün olmadığını vehmeder. Bir gün herhangi bir sebeple satranç oyuncusu fili düz olarak bir kare ileri koyduğunda at buna kendi dar bakışı ile izahlar bulmaya çalışır ve aslında düz ilerleyenin piyon olduğunu ve yanlış gördüğünü ifade eder ya da benzer sınırlı izahlara girişir. Oysa bu ilerleme şekilleri sadece kuraldır ve satranç oyuncusu istediği an herhangi bir taşı satranç tahtasının istediği karesine yerleştirebilir.

Kâinatta da benzer bir yapı içinde ele alındığında, zerrelerin adedince, belki her bir zerrede zerreler adedince kareler vardır ve Sultan-ı Kâinatın bunlar üzerinde yaptığı değişiklikler, yalnızca adetini ifade eden kurallardır. Hiçbir bağlayıcılığı olamaz. Bir insanı herhangi bir sebebe bağlı olmaksızın vücuda getirebileceği gibi, yalnız toprağı ona vesile kılabilir ya da baba olmaksızın yalnızca anneyi vesile kılarak yaratabilir. Anne ve babanın çocuğa vesileliği yalnızca genel olarak işleyen kural ya da adettir. İnsanın yaratılışı, ikisinin de hiçbir dahli olamayacak ölçüde muhteşem bir işleyişin sonucudur. (http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Enstitu&SubSection=EnstituSayfasi&Date=10.01.2003&TextID=527).

Hz. İsa’nın konuşması, annesine iftiralarda bulunanlar üzerinde etkili olmuş ve bir süreliğine söz konusu iftiralarından vazgeçmişlerdir. Ancak, daha sonra bir çocuğun babasız olarak doğmasının mümkün olmadığı tezinden hareketle, halkı tahrik etmeye başlamış, iddia ettikleri gayrı meşrû işi Zekeriya’dan (as) başkasının yapmadığını ileri sürerek iftiralarına yeni bir boyut kazandırmışlardır. Bu tahrikler sonucu galeyana gelen halk, Zekeriya’yı (as) şehit etmiştir.

Hz. Zekeriya’nın şehit edilmesinden sonra, Yahudilerin kendisine zarar vereceğinden endişe eden Hz. Meryem oğlunu alarak Kudüs’ten ayrılmıştır. Bu ayrılık on iki yıl sürmüş ve tekrar oğlu ile birlikte Kudüs’e geri dönmüştür. Hz. İsa otuz yaşında iken kendisine vahiy inmiş ve peygamberlik vazifesi verilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de; “Meryem oğlu İsa’yı peygamber olarak gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Ruhbanlığa gelince, onu Biz emrettiğimiz halde kendileri Allah’ın rızasını aramak için icat ettiler; sonra ona da hakkıyla riayet etmediler. Biz onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik; birçoğu ise yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 57/27) denilmiştir.

Hz. İsa (as) tebliğe başlayıp insanları davete başlamış ve peygamberlik alameti olarak mucizeler göstermiştir. Çamurdan bir kuş yapıp nefes üfleyerek Allah’ın izniyle hayat vermesi, zamanın doktorlarının aciz kaldığı hastalara şifa vermesi, ölmüş dört kişiyi diriltmesi, insanlara gaipten haber vermesi göstermiş olduğu mucizelerindendir. Bu tebliğin neticesinde sadece on iki kişi davetine icabet etmiştir. Bu kişiler Kur’an-ı Kerim’de “Havariler” (Âl-i İmran 3/52) olarak vasıflandırılmışlardır.

Dâvet ve bütün gayretlerine rağmen, Hz. İsa’ya çok az kişi iman etmiş, buna karşılık Yahudilerin baskı ve tehditleri giderek artmıştır. Baskı ve tehditler havarileri öldürmeye yeltenmeye kadar varmıştır. Diğer taraftan Hz. İsa’nın nübüvvetinden sonra, Hz. Musa’nın (as) şeriatını bırakıp bu yeni şeriata göre hareket eden ve bunda ısrar eden Hz. Yahya (as)’ın başı kesilerek şehit edilmiştir.

Hz. İsa’nın dâvetini devam ettirdiğini, vazgeçmediğini gören Yahudiler kendisini öldürmeye karar vermişler ve plan hazırlamışlardır. Buna göre, içlerinden birini iman etmiş gösterip havarilerin içine sokacaklar ve böylece toplandıkları yeri öğrenip baskın yapacaklardır. Nitekim, planlarını uygulamaya sokup adamlarını havarilerin bulunduğu yere göndermişlerdir. Havarilerin içine dahil olan münafık, tüm aramalara rağmen Hz. İsa’yı bulamamış ve durumu haber vermek üzere dışarı çıkmıştır. Diğer taraftan, suikast planı Allah tarafından Hz. İsa’ya vahyedilmiş ve kendisi göğe yükseltilmiştir. Dışarı çıkan münafık, İlâhî kudret tarafından Hz. İsa’ya benzetilmiş olduğundan, toplanan gurup tarafından yakalanmış, İsa sanılarak çarmıha gerilmiştir. Bu şahıs aradıkları adam olmadığını ısrarla söylediği halde dinletememiş ve öldürülmüştür.

Risâle-i Nur’da, ismi sık geçen ve kendisiyle ilgili bir çok soru-cevaba yer verilen önemli şahsiyetlerden bir tanesi Hz. İsa’dır. Babasız olarak yaratılan peygamberin bu durumunun Cenâb-ı Hakkın kudreti dahilinde olduğu, ilâhî kudretin ol, demekle her şeyin musahhar olduğu, Hz. Muhammed’in (asm) geleceğini mükerrer kez müjdelediği konuları üzerinde durulmuş ve izah edilmiştir. Hz. İsa’nın ahir zamanda nüzul edeceğinin hadislerin rivayetiyle kesin olmakla beraber bunun başka hakikatleri de ifade ettiği, inkârcılık fikri ve saldırılarına karşılık, hakiki dindar İsevî’lerin Müslümanlarla birlikte mücadele edeceği, (Kastamonu Lahikası, 2000, s. 53-54), dinsizliğin manevi şahsiyetini temsil eden Deccal’ın, İsevîliğin manevi şahsiyetini temsil eden Hz. İsa tarafından öldürüleceği (Mektubat, 1997, s. 12; Şualar, 1994, s. 506), geldiği vakit herkesin O’nu tanımasının gerekmediği (Mektubat, s. 61), namazda Hz. Mehdi’ye tabi olacağı (Şualar, s. 507), Hz. Muhammed’in (asm) şeriatı ile amel edeceği (İçtimai Reçeteler I, İstanbul, Tenvir Neşriyat, 1990, s. 189), İsevîliğin yanlışlardan arınarak hakiki şekliyle zuhur edeceği ve dolayısıyla İslâm’a inkılâp edeceği (Mektubat, s. 61) konuları işlenerek izahlar getirilmiş, özellikle ahir zamana dair haber veren ve saldırılara maruz kalan hadisi şeriflere açıklık getirilerek ikna edici deliller ortaya konmuştur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*