İsim ve resimden ibaret cumhuriyet ve demokrasilere dikkat…

Birileri bize mana olarak, cumhuriyetçi misiniz yoksa demokrat mı, diye sorsalar şaşırır mıyız?

Belki… Bediüzzaman’ı okuyanlar hem cumhuriyetçi ve hem de demokrat olduklarını rahatlıkla söylerler. Zira özde iki kelimenin de aynı manaya geldiğine inanırlar. Sosyologlarla siyaset tarihçileri, geçmişin sayfalarındaki hadiseleri kendilerince tahlil edip, bu iki kelimeyi farklı anlamlarda değerlendirebilirler. Mevzuya ilmin akademik adesesinden ziyade, meydandaki pratiklere baktığımız açıdan bakmaya çalışacağız.

Cumhuriyetin resmen çıkış yeri Fransa ile sonradan milyonlarca evlâdını ve yüz küsur senelik servetini kaybederek demokrasi yoluna girebilen Almanya Cumhuriyeti’ni; bin senelik geleneğini bozmadan daha sağlam bir demokrasiye ulaşan İngiltere’yi birbirilerinden ayıran farkın ne olduğunu sorsalar, cevabımız ilginç olacaktır. Bedeli ihtilâllerle ödenmiş demokrasilere cumhuriyet, ihtilâlsiz ve kansızca demokrasiye geçenlere meşruti monarşi diyebileceğiz. İlk bakışta meşruti monarşiler cumhuriyete ters görünse de, mahiyetleri itibarıyla cumhuriyetten demokrasiye geçiş yapmış rejimlerden daha demokrat oldukları bir hakikat… İsveç, Norveç, Belçika, Hollanda ve diğerleri…

İnşallah zihninize kralları ve sultanları savunan veya rejimlerin tepesinde tek adamları isteyen bir tedaiye yol açmadım. Mevcut dünya devletlerine ve demokrasilerine bakarak mütalaada bulunuyoruz. İnsanlığın sosyolojik olarak son tekâmül etabı olan “ücretlilikten malikiyet ve serbesti yete” geçişin engellenemez olduğunu gören demokrasi ve hürriyet karşıtlarının kullandıkları bir tuzak olarak da “cumhuriyet” kelimesini hiç düşündünüz mü? Endülüs Emevi Devletinin hürriyet ve demokrasi temelli fikirleriyle aydınlanan İngiltere’yi, başka ülkeler demokrasi yolunda taakip etmesinler diye başlatılan “isim ve resimden ibaret” cumhuriyet furyalarından bahsetmeye çalışıyoruz. Moskova’nın başını çektiği diktanın tüm parçalarına, bildiğiniz gibi cumhuriyet deniliyordu. Varşova Paktı ve Troçkistlerin ortak çabasıyla bu cumhuriyet hastalığına Araplar Baas Partisi ile düşmüşlerdi. Sonra, aynı küresel ihtilâlci dinsizlik cereyanının baskısıyla bu hastalık, Güney Amerika’da patlak verdi ve nihayet 1949’da Çin’e sıçradı. Demokratlıkla, insaniyetle ve medeniyetle hiç alakası olmayan bu “cumhuriyetlerin” halklarının başlarına getirdiği felaketleri ve çektirdikleri büyük ıstırapları hatırlatmak için şu satırları tekrarlıyoruz.

Avrupa Birliği şemsiyesi altına toplanmış ve kuruluş senetlerinde cumhuriyet yazılı ülkelerin demokrasi ile kavgaları bitti, bitiyor. İnşallah diğer komita diktatörlükleriyle müstebit sosyalistler de AB ülkelerini bu yolda taakip edeceklerdir.

Bediüzzaman’ın İttihat Terakkiye sunduğu teklif kabul görseydi, Osmanlı Padişahları Büyük Britanya Kral-Kraliçeleri gibi sembolik olarak cumhurbaşkanlığı makamında kalsalardı, yüz senelik o büyük kayıplarımız olmayacağı gibi, demokrasi meselesinde de İngiltere’den hiç de geri kalmayacaktık, değil mi?

Demokratların “Cumhuriyet” kelimesinden ürkmelerinin sebebi, elbette ki yakın tarihimizdeki yanlış uygulamalardır. İhtilâl, komite istibdadı, faşizan milliyetçilik, cebri idare ve sandığa indirgenmiş demokrasiler… Fakat her şeye rağmen, Bediüzzaman’ın aktüalite kazanan yeni tarifiyle “cumhuriyet” kelimesi, asli hüviyetine kavuşuyor. Buyurun birlikte taakip edelim.

Eskişehir Mahkemesi‘nde “Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?” Ben de dedim:

Eskişehir Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hulasası şudur ki: O

zaman, şimdiki gibi, halî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu; ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyu ile yerdim.

Işitenler benden soruyordular; ben de derdim: “Bu karınca ve arı milletleri, cumlıuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.“

Sonra dediler: “Sen, Selef-i Salihîne (Geçmişteki İslâm büyüklerine) muhalefet ediyorsun?”

Cevaben diyordum: “Hulefa-i Raşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (r. a.), Aşere-i Mübeşşereye (Cennet ile müjdelenmişler) ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat, manasız isim ve resim değil, belki hakîkat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler.“ (Tarihçe-i Hayat, s. 357-358)

Cumhuriyetin de tıpkı demokrasi gibi yaratılışın bir parçası olduğunu kabul edebilmek içi, bu manaların mahiyetlerini öğrenmek zorundayız. Daha önce, milyonlarca halkı yanlış propogandalarla kandırarak ihtilâllerle insanlığı sarsan demokrasi karşıtı dinsizlik cereyanının, şimdilerde isimleri “demokrat“ olan partilerin bünyesine, masumane isteklerin arkasına sinsice saklanarak aynı işlevi, bir başka formatta gerçekleştirdiklerini, hakiki cumhuriyetçilere ve demokratlara anlatmak da Nur Talebelerinin vazifesi değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*