İslâm teröründen Selefî teröre…

Avrupa basınının bir kısmındaki garip refleks yine harekete geçmiş durumda… Dünya barışı karşıtı ve İslâmla savaşmayı gaye edinmiş gazete ve gazeteciler bu defa maksatlarını başak bir şekilde seslendiriyorlar: Avrupa’da Selefî terörü tehlikesi…

Bazı Müslümanları Araplara, diğer bir kısmını Farslara karşı motive ederken, bir kısmının da sırtını “ılımlı İslâm ile birlikte yaşanabilir Müslüman” diye, sıvazlayanlar, hedeflerine yaklaştıklarını zannederek bu defa da “Selefî terörünü” öne çıkarmaya çalışıyorlar. Propaganda, sloganlar ve tetikçi gazeteciler… 30 küsûr senedir Avrupa’dayım, bu küçük kıt’ada yaşadığım süreci inceden inceye tahlil ettiğimde—yakalayabildiğim ve hatırladığım kadarıyla—insaniyet ve İslâmiyet karşıtlarının senaryoları maaalesef bitmedi, bitmiyor ve İsevîlerle Müslümanlar üzerine düşeni yapmadıkça bitmeyeceğe benziyor. Önceleri ferd merkezli fitneler vardı: Humeyni, Salman Rushdi, Teslime Nesrin, Cemaleddin Kaplan, Van Gogh ve Mogadişulu kadın… Bu arada mütemadiyen Almanya’da ırkçılara mal edilmek istenen Türk düşmanlığı… Kundaklamak… Avrupa ve Amerika’daki habis güçlerin desteklediklerine inandığımız terörün 11 Eylül’den sonra tamamen grup halinde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunların başında, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerine atfedilmek istenen, El Kaide ile motive ettikleri Taliban ve konuşmaması için infaz edilen Usame bin Laden’den sonra da “Selefî” tabirini öne çıkardılar.

Şu satırların bazı bilgi eksiklikleriyle müphem kalmaması için, daha önce bu köşede çıkmış (26.05.2012 “Selefilere dikkat!” başlıklı yazımızı tekrar gözden geçirmekte fayda var, kanaatindeyiz:

SELEFÎLERE DİKKAT…

“Kimlik çatışmasından medet bekleyen global savaş çetesinin, hem Avrupa’da ve hem de Asya’da çıkardığı fitnelerin dikkatlice incelenmesinde büyük fayda mülâhaza ediyoruz. Umutlarını kaosa, karanlık ilişkilere, sefahetle insaniyetin çöküşüne, israfla toplumun zayıflamasına bağlayan semavî din karşıtı cereyanların; Arap Baharı öncesinde ve sonrasında İslâm ülkelerinde ve İslâmın yükselmeye başladığı medenî Avrupa’da Müslümanları çeşitli fitnelerde kullanmaya kalkışmaları fevkalâde manidardır.

“Biraz daha açalım… Hür Batı’nın, Sovyet Rusya’nın Afganistan’ı işgaline karşı komünizme vurduğu meşhur tokadın intikamını, modern Bolşevikler başka surette aldılar, kanaatindeyiz. Amerika’nın yanında Afganlara destek veren Suudîlerin arasına sızan Bolşeviklerin, Vehhabî veya Selefîlerin “devrimci” damarlarını keşfettiğini, çeyrek asırı dolduran hâdiselerden sonra anlıyoruz. Üsame bin Laden, Zerkavî, Zavahrî ve El-Hattab gibi El-Kaide adı altında teşkilâtlandırılanların Amerika’daki Neocon’larla ilişkili olduklarını Arap Baharı’nın sabahında öğrendik. Yani Belhac’ın Libya’nın başkomutanlığına getirilmesi, Taliban’ın Katar Emiri’nin emrine amade olması, El-Kaide denilen sanal örgütün hem Misrata’da ve hem de Suriye’de Kaddafî ve Beşşar’a karşı çatışması, bizi hâdiselerin kökenleri itibariyle ister istemez 1980’lerin sonundaki şanlı Afgan Direnişine götürüyor. Kominizme karşı verilen Afganistan savaşından sonra bu bölgenin 11 Eylül öncesi ve sonrasında kullanılacak Arap asıllı militanları için bir “talimgâh” olduğuna artık herkes kanaat getiriyor. Öyle bir durum ki, Amerika veya Avrupa’dan Afganistan veya Pakistan’a bir Müslümanın bir kerecik seyahati, onun terörist olduğuna delil gösterilebiliniyor, bu gün.

“Arap olmak, Müslüman olmak, Selefî olmak ve devrimci olmak… Kanaatimizce Avrupa ve Amerika’daki barış karşıtlarının bu İslâmî cemaati yakaladığı nokta, onların serazadane hareketleri, devrimde kullanılabilir duruşları ve mutlak cehaletleri olmalı. Zira ilimden mahrum ve tahsil zahmetinden azade bir şekilde Kur’ân’ın âyetlerini ve bir kısım hâdiseleri zahiri mânâlarıyla seslendirirken, günümüz dünyasında kendilerini âlim zannediyorlar. Cehaletin, bedeviyetin ve enaniyetin kamçısını yiyerek kükreyenlerin selef-i salihini inkâr ile kendilerine “SELEFΔ demeleri de kaderin bir başka garip tecellisi olmalı… Diz çökerek ilim tahsil etmenin, bilimsel metodlarla âyet ve hadisi anlamanın ve Batı felsefesinin sarhoş ettiği Avrupa Medeniyeti karşısında İslâmı hayata galibane aktarmanın zorluğundan kaçanlar, şeklî Müslümanlığa sığınıyorlar. Türkiye Aczimendîlerin bir versiyonu gibi Avrupa’da ortaya çıkarak, Daniel Pipes, Ralf Giordano ve Wilders gibi İslâm karşıtlarının yazdıkları senaryoları şuursuzca oynamaya çalışıyorlar. Onlara on milyonlarca Kur’ân’ı basanların, Almanya başta olmak üzere Avrupa’da finanse ederek organize edenlerin ve bu garip çalışmalarla Avrupa halklarına İslâmiyeti sevimsiz ve hatta korkunç göstermek isteyenlerin kimler olduğunu biz Avrupa’daki Müslümanlar bilemezsek de başta hükümetlerin yetkilileri olmak üzere birçok Neocon ve Neoliberal eksenli kuruluş maalesef biliyorlar. Bütün bu senaryoların oynanmasında mütemadiyen servisi ile yardım eden belli medya kuruluşları da biliyorlar. Bilhassa Türkiye orijinli Avrupalı Müslümanlar bu nev’î filmleri merhum Cemaleddin Kaplan, İmam Humeyni ve Salman Rushdi hadiselerinde çokça seyrettiklerinden, gayet müteyakkızdırlar. Ki bu oyunlar Kemalistlerin doksan seneye yakındır Anadolu’da sergiledikleri tiyatroları da tedaî ettirdiklerinden, uyanıklıkları bir kat daha artmış durumda…

“İşin tehlikeli ve garip bir ayağı daha var. Başıboş ve bu tür tezgâhlarda kullanılmaya uygun Arap gencini Avrupa’da bulma zorunluluğu, bilmecburiye bir kısım Alman gençlerini de işin içine çekmeye senaristleri yönlendiriyor. Her gün araştırarak İslâmiyeti aklı ile benimseyip kalbi ile kabul eden binlerce Avrupalı yeni Müslümanı tenzih ederek, Selefî hareketi adı altında toplanan bir kısım Avrupa orijinli gencin de bu oyunda rol aldıklarını düşünüyoruz. Bu ise İslâmiyetin bu kıt’ada Avrupalılar arasında akıl ve kalp ile inkişafına hem engel, hem de istikballerine zarardır, düşüncesindeyiz.

“Selefîlik’teki “otoritelere isyanın” çoğu kez onları sünnet pratiğinin dışındaki “Bid’a çölüne” nasıl savurduğunu merak edenler, Risale-i Nur’daki mevzu ile ilgili yerlere bakabilirler. Bu isyandır ki, onları tarih boyunca yer yer maalasef sosyalistlere yaklaştırmıştı. Kaddafî’nin Libya’sı, Sosyalist Yemen, Abdünnasır’ın Mısır’ı ve Saddam’ın Irak’ı istibdadın pençesine biraz da Arapların bu damarından dolayı kapılmışlardı. Ne hazindir ki, senaryo küçük bir değişiklikle yeniden revize edilerek 2011’de Arap Baharı senaryosu ile Âlem-i İslâmı yeni yeni kanlı fitnelerin ve komite istibdatlarının mahkûmu eyledi.

“Biz Risale-i Nur Talebeleri, global dinsizliğin şu dessas ve pis oyunlarını yarım asra yakındır gazete ve basılı yayınlarla Müslümanlara duyurmaya çalışıyoruz. Maalesef bazen garazlar, bazen hasis menfaatler, bazen kör eden tarafgirlikler, çoğu kez de cehaletler sesimizin ümmetçe duyulmasını engelliyor. Oyun global olunca, özel mahallerin önemi kalmıyor. Avrupa’nın şartlarıyla Arabistan’ın şartları elbette farklı olacaktır. Fakat oyunun senaristleri, yönetmenleri, oyuncuları ve bu tezgâhların hedefleri aynıdır, değişmiyor…”

“Yani “selefî” kelimesiyle ne kasdedilmek isteniyor. Avrupa polisinin bilgisi dahilinde mescid açan marijinal bir grubun iddia ve beyanlarını herhangi bir İslâm ülkesi veya İslâm dünyasındaki dinî bir cemaat, kabul ediyorlar mı? Mahiyeti herkesçe meçhul bir grup insan Avrupa’nın göbeğinde birilerince radikalleştirilmiş. Hiçbir Müslümanın kabul etmeyeceği hareket, söylem ve kıyafetlerle Hırıstiyanları rahatsız ettikleri gibi, Müslümanları da rahatsız ediyorlar. Bir yönleriyle Türkiye’deki “Acz-ı Mendîcilere” benziyorlar. Şovlarla efkâr-ı âmmenin nazarlarını üzerlerine çekmeye çalışıyorlar.

“Düşünce itibariyle tasavvuf ve tarikatlere şiddetle karşı olan bu hareketin aldığı isim ve fikirleri arasındaki tezadı da gözden kaçırmamak gerekiyor. Bin beşyüz senelik İslâmî geleneklerin çoğunu bid’â diyerek reddedenlerin Selefî ve gelenekçi isimlerini almaları manidardır. İcmâ’ı kabul etmeyen bu grup Selefî yerine devrimci adını alsaydı, daha uygun düşerdi kanaatindeyiz.

“Düşünce, şekil, hareket, sembol ve yaklaşım itibarıyla “İslâmiyet”i teröre müsait, barışa karşı ve Avrupa demokrasisinde yaşanmaz gösterecek bu hareketin hangi derin köklerce beslendiğini Avrupa’daki Müslümanların çoğunun aklı göremese de hissediyorlardır kanaatindeyiz.”

AB POLİSİNİN DİKKATİ OYUNU BOZAR

Daha önceki yazılarımızda da 11 Eylül’den sonra, Neoconlarca polise Müslümanlar hakkında yanlış konseptler verildiğini yazmıştık. Hicazlı Bin Laden’den hareketle Amerika ve Avrupa’da Müslümanları bu hususta hedefe koyanların inanılırlıkları zaman içinde eriyip gitti. Danimarka ve Hollanda hükümetlerinin tutum değiştirmeleri Cristian Wulf’un merdane çıkış ve duruşu Almanya İçişleri Bakanının selefînin hatasına düşmeyişi ve nihayet Muhammed Merah olayı, senaryonun yeterli oyuncu bulamadığını ve İslâma karşı kamuoyunda bir müsbet yaklaşımı gösteriyor. Bildiğiniz gibi Neocon ve Neoliberallerin bütün çabalarına rağmen Sarkozy gitti. Buna benzer bir filmi Angela Merkel için de yapabilirler… Büyük bir ihtimalle neticeyi değiştiremeyecek. AB Polisinin ve BKA’nın “Selefî” ismi altında örgütlendirilen çoğu Arap ve Alman gençlerinin “nereden koştuklarını” mutlaka biliyorlardır. Biz Müslümanların arzusu: Demokrasinin artık bu kaos ve kargaşa çıkarmaya çalışanların üstesinden gelmesidir. AB iradesinin Neocon ve Neoliberal müdahaleleri bitirmesiyle hem insanlık kazanacak ve hem de BARIŞ Avrupa’dan Kafkasya ve Afganistan’ı kargaşaya götüren tetikçilerden, Taliban’ın içine yerleştirilmiş tedhişçilerden, El Kaide, İslâmî Cihad, Zerkavî ve Arap Baharında bolca kullandıkları deriden İkinci Avrupa’nın “SELEFÎ POSTU”nu da çıkarabileceğine inanmıyoruz.

Asya’ya nisbeten bilgilenmiş AB-Kamuoyuna uzun bir süre daha bu oyuna müsaade etmeyeceğine inanıyoruz. Bakalım günler ne getirecek?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*