İslâm toplumunun geleceği istişarede

Pazar günü Adana’da bir panele katıldım. Panelin konusu “Üstad Said Nursî’ye Göre İslâm Toplumlarının Geleceği ve Dünya Barışı”. Açış konuşmasını Yeni Asya Gazetesi İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular yaptı. Diğer konuşmacılar, Prof. Dr. Ahmet Battal, Kâzım Güleçyüz, Nihat Derindere idi. Paneli Mehmet Pekel yönetti.

Büyük İslâm âlimi Üstad Said Nursî’nin 1911 yılında Şam’da Emeviye Camii’nde vermiş olduğu ve daha sonra “Hutbe-i Şamiye” olarak kitaplaştırdığı eserinden özetler sunuldu.

Üstad Said Nursî, bu eserinde İslâm dünyasının geri kalmışlığının sebeplerini ortaya koyup çözüm yollarını gösteriyordu. Buradan hareketle, günümüze gelinerek dersler çıkarılmaya çalışıldı. Şimdi, bazı ufak ilâvelerle birlikte, bu seminerden kısa notlar aktaralım.

Üstad Said Nursî’ye göre İslâm dünyasının geri kalmasının sebepleri şunlardır:

1- Ümitsizlik.
2- Doğruluğun siyaset ve toplum hayatında ölmesi.
3- Düşmanlığa sevgi beslemek.
4- Müslümanları birbirine bağlayan nurânî bağları bilmemek.
5- Sârî hastalıklar gibi yayılan istibdat.
6- Himmetini şahsî menfaatine hasretmek.

1911 yılında İslâm dünyasının içinde bulunduğu şartlar da dikkate alındığında kara bulutlar gibi çöken çaresizlik, yılgınlık, ileriye dönük bir kurtuluş ışığı görememe, çağlara hükmetmiş bir devletin mensuplarının ümitsizliğin pençesinde kıvranması büyük bir çıkmazdır. Çözüm üretememe, ümitsizlik alanını genişletmektedir. Böyle bir kitleye yapılacak en büyük hizmet ümit aşılamaktır. İşte Üstadın bu hutbede vermeye çalıştığı temel konu bezgin ve yılgın bir topluma ümit aşılamaktır. İslâm toplumlarının hastalığını teşhis etmiş ve ona göre de çarelerini ortaya koymuştur. İşte toplumun hastalığını tedavi edecek ilâçlar:

1- Emel, yani Allah’ın rahmetinden kuvvetli ümit beslemektir. Kur’ân, on dört asırdan beri Müslümanlara hep bunu telkin etmektedir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz, demektedir. Malın mülkün kaybolmasının çözümü var. Onları geri kazanmak mümkündür. Ümidini kaybeden ise her şeyini kaybetmiş olur. Yeis, bütün dertlerin anası, efendileri köleleştiren bir hastalıktır. Böyle bir insan veya toplum ölü gibidir. Ona hayat verecek olan ise ümidini geri kazandırmaktır. Yapabileceğine dair cesaretini arttırmaktır. Tamamı yapılamayan bir işi, tamamen terk etmek yanlıştır. Ne kadarı yapılabiliyorsa o kadarı başarıdır. Unutulmaması gereken şey, dağları meydana getiren şey, taşların üst üste yığılmasıdır. Elde edilen her başarı, taşı taş üstüne koymaktır. Zamanla o yükselir ve bir dağ haline gelir.

2- Doğruluk, İslâm’ın en temel kuralıdır. Toplumun hayat düğümüdür. Toplum hayatında doğruluk canlanırsa, hayat bulursa çözülmez gibi görünen dertler ve problemler kolayca çözülecektir. Doğruluk su gibidir. Girdiği her yerde hayat meydana gelecektir. Toplumun dirilmesi için doğruluğun fertlerin gönlünde ve işinde hâkim olması gerekmektedir.

Küfür, bütün çeşitleri ile bir yalancılıktır. İslâm ise doğruluktur. Yalan söyleyen bir Müslümanın o hâli Müslümanca değildir. Yalan, Müslümanın bir vasfı değildir.

3- Sevgiye en lâyık olan şey yine sevgidir. Düşmana ve düşmanlığa sevgi beslemek yanlış bir davranıştır. Müslümanlığın şiârı, dostları ile dostça geçinmek, düşmanları ile sulh yoluyla muâmele etmektir. Savaşların devri bitti. Savaş bir can pazarıdır. Hiç kazananı olmuyor. Herkesin kaybettiği bir işi yapmak akıl işi değildir. Üstad Said Nursî’nin, tek parti döneminin en katı istibdadına karşı müsbet hareket prensibi ile kansız ve kavgasız olarak çok partili hayata geçişe yapmış olduğu katkı küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Kabrin arkasında olanların baskıcı rejimlerini aşmak kolay olmuyor. Mezardan idare edilen bir ülke olmak zor işmiş. Bu noktada, bize düşen öncelikli görev, kapımızın önünü temizlemek olmalıdır. Bunu yapmadan başkalarına model olmak zordur. Üstad Said Nursî, günümüz İslâm ülkelerinde olan gelişmelere önemli bir örnektir. Kansız ve kavgasız geçişin timsâlidir. Hürriyet arayan ülkeler, onun ilkelerine dikkatlice bakmalıdır.

4- Müslümanları birbirine bağlayan en önemli bağ meşverettir. Meşveretin özelliği bir konu hakkında farklı düşünceleri hür bir şekilde ifade etmek ve bunların içinden en faydalı olan görüşü benimseyip uygulamaya çalışmaktır. Görüşler çok aykırı ve uçuk fikirler bile olsa onu saygı ile dinlemek meşveretin kuralıdır. Meşveret tarlası bir fikir bahçesidir. Orada her türlü çiçek bulunabilir. Bu arada dikenler de olabilir. Önemli olan sonuçta doğru olana ulaşmaktır. Danışarak, fikir birliği veya oy çokluğu ile karar vermektir. Çoğunluğun yanılmazlığı önemli bir prensiptir. İşin içinde yanlış yönlendirme olmazsa çoğunluk doğruyu bulacak, kendi mecrasını meydana getirecektir. “Onların aralarındaki işleri itişare iledir.” (Şûrâ Sûresi, 38)

Fertler birbiri ile istişare ettikleri gibi toplumlar ve milletler de birbiri ile istişare etmelidir. Hatta asırlar ve zamanlar da tarih vasıtası ile birbiri ile istişare ederler. Özellikle Asya kıt’asının geleceği istişare sayesinde açılacaktır. İslâm toplumlarının ayaklarındaki prangaların çözülmesi bu istişareyi yapmalarına bağlıdır. Doğru İslâmiyet’in ve İslâm’a lâyık doğruluğun gösterilmesi hâlinde diğer milletler de İslâm güneşinin aydınlığından istifade edeceklerdir.

Bu devirde, bir insanın işlediği bir günah bir olarak kalmıyor. Çeşitli yayın organları vasıtası ile çoğalıyor ve binler oluyor. Bu durumu düzeltmenin yolu ise meşveret sayesinde binlerce göz ve dil hâline gelip o zararlara mukabele etmektir. Bir çizgi üstünde omuz omuza veren dört tane bir, bin yüz on bir eder. İstişare böyle bir güç kazandırır.

5- İslâm dünyasının belini büken, ayaklarına pranga vuran, maddî ve manevî yükselmelerini ve ilerlemelerini engelleyen en önemli sebeplerden birisi de baskı rejimleridir. Kişi haklarını öne çıkaran bir din, kişilere baskı yapılmasını kesinlikle kabul etmez. Onların ezilmesini, fukaralığın kıskacında kıvranmalarını hiç istemez. Hâl böyle olduğu halde onların yaşadığı coğrafyada baskıcı rejimlerin boy göstermesi bir tezattır. Olmaması gereken bir durumdur. Çözüm nedir? Çözüm demokrasidir. Yüz yıl öncesinde dört mezhebden sağlıklı bir demokrasinin çıkabileceğini ifade eden Üstad Said Nursî, İslâm coğrafyası için vazgeçilmez bir örnektir. O bir taraftan doğudaki aşiretleri gezerek onlara demokrasinin erdemini anlatırken, tek partili dönemin baskıcı yöneticileri ona, olmadık eza ve cefa etmişler, bir cani gibi muâmele etmişler, sürgünden sürgüne yollamışlar, kendi ifadesi ile: ”Üç sene Rusya’da, esaretimde çektiğim zahmet ve sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler. Halbuki, Ruslar beni Kürt gönüllü kumandanı sûretinde, Kazakları ve esirleri kesen gaddar adam nazarıyla bana baktıkları halde, beni dersten men etmediler. Arkadaşım olan doksan esir zabitlerin kısm-ı ekserîsine ders veriyordum. Bir defa Rus kumandanı geldi, dinledi. Türkçe bilmediği için, siyasî ders zannetti, bir defa beni men etti; sonra yine izin verdi. Hem aynı kışlada bir odayı cami yaptık. Ben imamlık yapıyordum. Hiç müdahale etmediler, ihtilâttan men etmediler, beni muhabereden kesmediler.

“Halbuki, bu dostlarım, güya vatandaşlarım ve dindaşlarım ve onların menfaat-i imaniyelerine uğraştığım adamlar, hiçbir sebep yokken, siyasetten ve dünyadan alâkamı kestiğimi bilirlerken, üç sene değil, belki beni altı sene sıkıntılı bir esaret altına aldılar, ihtilâttan men ettiler. Vesikam olduğu halde, dersten, hattâ odamda hususî dersimi de men ettiler, muhabereye sed çektiler.” Hürriyetten dem vuranların nasıl müstebit olduklarını gösteren önemli bir aynadır Üstad Said Nursî. Ona otuz sene sürgün ve tecrid hayatı yaşatanlar bunu nasıl açıklayacaklardır? Adı demokrasi olup en katı baskıları uygulamak, demokrasinin hangi kuralıdır?

Terakkinin ve yükselmenin zembereği hürriyetçi sistemlerdir. Baskı rejimleri zihin tarlasını çoraklaştırır. Ondan bol verim almak mümkün olmaz. Allah kullarına bu noktada baskı yapmazken, kullar kendi emsâllerine nasıl baskı uygular? Hangi hakla bunu yapar?

Dünyada en kıymetli şey hayattır. Hayat şartları içinde ise en kıymetlisi hürriyettir. Zillet içinde yaşanan bir hayat Cehennemdir. Başı dik, alnı açık bir hayat, büyük sıkıntılar içinde de olsa iftihar edilecek bir durumdur. Sıkıntıları aşmanın yolu da hürriyetten geçmektedir. Hür düşünemeyen insanlar çözüm üretemezler. İnsanlar hürriyetsiz yaşayamaz. Hürriyetine göz dikenler, onu elinden alanlar, çok geçmeden ekmeğini de elinden alacaktır. Ondan kimsenin şüphesi olmasın. Onun için hürriyetin bedeli ancak hürriyettir. Ekmeğin kazanılması hürriyet sayesinde olmaktadır. Hürriyeti olmayanın ekmeği de olmaz. Baskıcı sistemlerin en bariz özelliklerinden biri insanları hürriyet ile ekmek arasında bir tercihe zorlamak, ekmeği tercih edenlerin ellerinden önce hürriyetini alıp sonra da ekmeğini almaktır. Uygulama hep böyle olmuştur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*